Ankaralı koleksiyoner Erdal Dikmen’in Nazım Hikmet’in ailesinden aldığı ‘evrak-ı metruke’den pek çok şiirin orijinalleri çıktı. Koleksiyonda Nazım’ın yazdığı 77 daktilo, 17 el yazması ve 13 Osmanlıca mektup ve şiir var. Dikmen, ‘evrak-ı metruke’nin ehil ellere geçmesi için çaba gösterdiğini söylüyor.
Sevilen bir şairin yazdığı şiirlerin ilk hallerini, tabir caizse ham hallerini görmek bir okur için inanılmaz bir duygu. Nâzım’ın, Osmanlıca kaleme aldığı şiirler gayet okunaklı. Dizelerin bazı yerlerinde karalamalar var. Bazı mısraları beğenmeyip düzeltmiş. Bir şair için bu durum olağan olsa da okur için epey ilginç olmalı.
Yanda, ‘Pırağ’da Vakitler Şafak’ ve ‘Hanuş Ustanın Saati’ adlı şiirlerinde değiştirdiği mısralar var. Pek çok başka şiirinde yaptığı benzer değişiklikler kapsamlı bir inceleme sonucu ortaya çıkacak ve en çok edebiyat tarihçilerinin işine yarayacaktır.
Kemal Tahir’e mektuplar
‘Evrak-ı metruke’ arasından çıkan en önemli belgeler ise Nâzım Hikmet’in Kemal Tahir’e yazdığı mektuplar. Yine Nâzım’ın el yazısıyla bir kısmı yeni harflerle bir kısmı Osmanlıca yazılan bu mektuplar, Nâzım’ın hapishanedeki ruh halini ortaya koyuyor. Hapishaneden yazdığı ilk mektupları “Haydi hoşcakal… Her şeye rağmen hak ve adalet yerini bulur, kavuşuruz” cümleleriyle biterken sonrasında artık sitemler yer alıyor. Kemal Tahir’e bir mektubunu aynen şöyle bitiriyor Nâzım Hikmet: “Öfkem yine bastırmağa başladı. Her şeye rağmen Türk halkı, memleketim güzel günlere kavuşacaktır. Ve bu memlekette bütün tarih boyunca hiç kimse bizler kadar memleketini ve onun namuslu insanlarını sevmedi…” Yine başka bir mektubunda şunları yazıyor: Mektupla derdimi anlatamıyacak kadar milletime ve insanlarıma sevdalı, hayran ve öfkeliyim. Bu bahiste burda bu kadarcıkla kalsın...”
Nâzım Hikmet, mektuplarının çoğunda kendisi gibi tutuklu olan Kemal Tahir’e dert yanıyor. Kendilerini haksız olarak buraya tıkanlara sitemler ediyor. 14.09.1941 tarihli mektubunda Milli Kurtuluş destanına dair şiiri beğenmedikleri için İsmet ve Ali Fuat paşalara ince ince göndermelerde bulunuyor. “Bakalım sen beğenecek misin?” diyerek ona ‘Zafere Dair’ şiirini yolluyor. Aynı mektubun altına Osmanlıca olarak şunları yazmış: “Gözümüzden gözyaşlarımız gittiler’ şiirinin aslı ‘Gözyaşları gittiler’di. Sonra anlaşılmıyor dendi. ‘Gözyaşlarımız gittiler’ yaptım. Yine de anlaşılmıyor denildi. ‘Gözümüzden gözyaşlarımız gittiler’ oldu. Senin fikrin ne? Demek istediğim bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp gidenin gözyaşlarımız, mecazi manada değil tam manasıyla ‘gözyaşı’ olduğudur. Bu hususta fikrini mutlaka yaz.”
Nâzım Hikmet, mektuplarının çoğundan anlaşıldığına göre hastalıklarla mücadele ediyor. “Bir haftadır hasta yatıyorum. Soğuk algınlığı. Piraye’yi düşünüyorum. Bana telgraf çekti, sevindim. 38 ateşim var. Sana sekiz lira yolluyorum… Gözlerinden öperim Kemalciğim.”
“Piraye’den mektup aldım. Mektubunda ona dair yazdıklarını Piraye’ye yollamıştım. O da sana selam söylüyor. Beni gözünde büyütmesin, sonra sukutu hayale uğrar diyor”
“Kemalciğim, seni bir hayli zaman mektupsuz bıraktım. Müthiş bir diş apsesiyle ve 39.5 derece ateşle yattım. Bugün biraz daha iyiyim. Ama hâlâ uzun yazacak halim yok. Sana 5 metre poplin ve 10 lira yolluyorum.” Nazım, 12 Kasım 1945 tarihli bu mektubunun altına ‘damardan boşanan kan gibi’ diye başlayan bir de şiir yazmış.
Nazım’ın değiştirdiği mısralar
'Pırağ’da Vakitler Şafak' adlı şiirinde;
“…huzursuz, uzak ve yaldızlarında kararmış keder”
olarak bildiğimiz mısranın ilk hali
“Ve yıldızların altında kararmış keder” şeklinde
Aynı şiirde
“geçilmiş kıyılar
geri gelebilir diye”
bilinen mısranın ilk hali şöyle:
“Geçmiş zamanlar
geri gelebilir diye”
'Hanuş Ustanın Saati' adlı şiirde;
“yorgun on iki havari ve kesesiyle de Yahuda”
mısrası ilk halinde
“yorgun on iki havari ve
kesesiyle de Karun” diye yazılmış...
Kemal Tahir’e yolladığı şiir
“Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
Son lodoslar esmeye başladı
Havayı dinliyorum
Nabız yavaşladı
Uludağ’da şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
Kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar”
Nazım Hikmet sonraki mektubunda ise bu dizelerde biraz değişiklik yapmış: “Sana geçen yolladığım mektubumdaki şiirimde bir iki eksik tarafı vardı onu şöyle tamamladım:”
…. Nabız yavaşladı
Ve kirezli yaylada şahane ve şip şirin yatmış uykudadır”
Tutuklu yılların acı mektupları
17 Ocak 1902’de doğan Nâzım Hikmet, Bahriye Mektebi’ni bitirdikten sonra 1919’da stajyer bahriye subayı olarak atandı. 1920’de Sağlık Kurulu kararıyla askerlikten çıkarıldı. Ocak 1921’de Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti. Cepheye gönderilmedi, bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptıktan sonra Eylül 1921’de Batum üzerinden Moskova’ya gitti, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okudu. Bir ara Türkiye’ye geldi; ancak sonra tekrar Moskova’ya döndü. 1928’de Türkiye’ye döndü ve tutuklandı. Bir süre tutuklu kaldı. Şiirleri ile ilgili açılan pek çok davada beraat eden Nâzım Hikmet, 1933 ve 1937’de örgütsel faaliyetleri iddiasıyla yine tutuklandı. 1938’de bu kez “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçlamasıyla tutuklandı ve toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edildi. 14 Temmuz 1950’de çıkan Genel Af Yasası’ndan yararlanarak, 15 Temmuz’da serbest bırakıldı. Türkiye’de yaşamasının zor olduğunu görünce 17 Haziran 1951’de İstanbul’dan Ayrıldı, Romanya üzerinden Moskova’ya gitti. 25 Temmuz 1951 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Nâzım Hikmet’in yapıtları, 1938’den 1965 yılına dek Türkiye’de yasaklandı. Nâzım Hikmet bugün yayımladığımız mektuplarını, 1940’lı yıllarda cezaevinde kaldığı dönemde kaleme aldı. Osmanlıca şiirlerini ise 1956-1957 yıllarında mecburi sürgün olarak gittiği Prag’da yazdı.
Yeni yorum gönder