Edebiyat eleştirisi nedir? Yapıt, okur, yazar, eleştirmen etkileşimi nasıldır? Neden eleştiri yapamıyoruz? Kritik mi, eleştiri mi? Eleştiriye küsen ya da eleştiriye aç yazarlar var mıdır? Tüm bu soruların yanıtlarını merak ettiğim için PEN Türkiye'nin, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi'nde 13 Ekim Cumartesi günü gerçekleştirdiği Edebiyat Eleştirisi konulu söyleşisine katıldım. Ufak bir gruptuk; birkaç üniversite öğrencisi, emekli bir asker, bir edebiyat öğretmeni, bir gazeteci, Tanpınar'ın da öğrencisi olmuş emekli bir edebiyat öğretmeni, yazar Zeynep Aliye, dil bilimci, yazar ve çevirmen Necmiye Alpay ve gazeteci yazar Yasemin Arpa, hep birlikte eleştiri ve edebiyat eleştirisi üzerine düşünüp, konuştuk.
Genel anlamıyla eleştiri kavramı üzerine konuşan Zeynep Aliye, yazarın, okurla ve kendisiyle hesaplaşarak, çatışarak yazdığını söylerken, eleştirinin pek çok ayağı olduğunu da ekledi: yazar, okur, toplum, metin, eleştirmen. Bu etkileşimle romanın başkalaşarak, adeta yeniden yazıldığını belirten Aliye, metnin “ilerici bakışlarla incelenmesi”nin önemine de değindi. Eleştirinin geçmişini Fransız Devrimi'ni milat alarak, Türkiye'de ise Tanzimat Döneminin eleştiri açısından önemli bir dönem olarak kabul edebileceğimizi söyleyen yazar, Batı'nın eleştiriyi sindirmiş ve kabul etmiş tavrının aksine, bizde eleştirinin çok kabul bulmadığını da belirtti. Almanya'da öğretmenlik yaparken yaşadığı bir olayı şöyle anlattı Aliye: “Öğrenciler arasında bir kavga yaşanacağı zaman, çocukların ellerini arkalarında kenetleyerek, öfke kontrolü yoluna gittiklerini gördüm. Sözle ifade ediyorlardı böylece kavgalarını. Bizde ise kavgadan anlaşılan şey birbirine fiziksel olarak zarar vermektir.”
Eleştirinin var olabilmesi için özeleştiri müessesesinin de olması gerektiğini söyleyen yazar Zeynep Aliye, yabancı siyasetçilerin pek çoğunun özgeçmişlerini daha rahat yazdıklarını, oysa bizde eleştiriden bir bakıma uzak durulduğunu belirtti. Peki, neden eleştiri yapamıyoruz? Şöyle cevaplıyor Aliye: “Bunun sebebi tabi ki öncelikli olarak eğitim sistemindeki ezber anlayışına dayandırılabilir. Ezberliyoruz, tartışmıyor ve özümsemiyoruz. Oysa, okumak ezberin dışında bir şeydir.”
Zeynep Aliye'nin bazı eleştirileri de yok değildi: bazı eleştirmenlerin hep aynı yayınevlerinin kitapları üzerine yazdıklarının, son yıllarda çeviri edebiyatının çok değere binmesi sebebiyle kendi edebiyatımızın eleştirisine daha az önem verildiğinin, aynı zamanda kadın eleştirmenlerinin sayıca azlığının altını çizdi yazar.
“Arkamdan itmeseler zor yazardım,” diye başladı sözlerine Necmiye Alpay. Ardından da kritik ve eleştiri kelimelerini yatırdı masaya. Kritik kelimesinin krizde çözüm önerisi anlamına geldiği, oysa eleştirinin “elemek”ten türetildiğini söyledi. Bu eleme işinin başlı başına bir problem olduğunu, çünkü hayatın içinde kimin elenip, kimin kalacağının belli olmadığını söyleyen Alpay, güncel olarak birtakım edebi eserlerin elenmiş gibi durabileceğini, ancak sonradan bunların değerlerinin anlaşılabileceğini de ekledi. “Ne kadar çok kitap çıkarsa o kadar iyi,” diyen Necmiye Alpay, “Neyse ki çok sayıda kitap yayınlanmaya başladı ülkemizde. Keşke düşünceye, yüksek sesle eleştiriye daha çok önem verilse,” dedi.
Eleştirinin eksik yanları nelerdir diye düşününce, her çalışmanın değerlendirilebiliyor olmayışını örnek göstererek, dünyada çıkan her edebiyat yapıtının değerlendirmeden geçirilmesinin imkansızlığına da dikkat çekti Necmiye Alpay. “Benim okuyup beğendiğim ya da beğenmediğim bir kitapla ilgili, fikirlerine önem verdiğim bir eleştirmen ne demiş, nerelere dikkat çekmiş, merak ederim,” diyen Alpay, her zaman bir problem etrafında yazılması ve okunması gerektiğini söyledi.
Tarihte pek çok dönemde, kitapların silahlarla yanyana koyulmuş olduğunu, kitabın kötü muameleye uğradığını biliyoruz. Belki de kritik yapmaya, “eleme”nin şart koşulmadığı bir ortamda özgürce eleştirebilmeye alıştığımız zaman ister Türk edebiyatı, ister Dünya edebiyatı olsun, eleştiriye hak ettiği anlam ve önemi verebilmiş olacağız.
Yeni yorum gönder