İngiliz yazar Louise Doughty, The Telegraph gazetesi için değerlendirdiği New York seyahatinde edebiyatın şehirdeki ayak izlerini sürmüş. Truman Capote, Dorothy Parker, F. Scott Fitzgerald, Norman Mailer gibi şehirle bütünleşmiş yazarları örnek gösteren Doughty, bizleri New York’un edebi hayatını keşfe çıkarıyor.
Louise Doughty yanına meslektaşı Jill Dawson’u da alarak yola koyuluyor. Otel tercihi ile şehre ilk adımımızı atıyoruz. Otel demişken aklımıza ilk gelen seçenek The Algorquin. Otel, 1900’lü yıllarda dönemin önemli sanatçılarının, nam-ı diğer Algorquin Yuvarlak Masa topluluğunun buluşmalarına ev sahipliği yapmış. Altı aylık bir restorasyon sürecinden geçen otel haziran ayında yeniden açılmış. Şehirdeki bir diğer tarihi otel de Hotel Chelsea. Otel, Mark Twain, Sir Arthur C. Clarke, Allen Ginsberg, Jack Kerouac (Yolda romanını burada yazmış) gibi birçok yazarı misafir etmiş. Chelsea’nin de şu an restorasyon sürecinde olduğunu öğreniyoruz.
İki yazar, 80’lerde Kanadalı yazar Ronald Wright’ın da kaldığı Gramercy Park Hotel’de kalmış. Otelden çıkıp şehrin içki kültürüne dahil oluyoruz. Bu konuda yazarların tercih ettiği yerler Greenwich Village bölgesiymiş. Burada iki yazar Caryl Philips ile buluşup White Horse Tavern’a geçiyor. Burası 1953 yılında Galli yazar, şair Dylan Thomas’ın ölmeden önce 18 adet viski içip sonrasında rahatsızlanıp yolda ölmesi ile tarihe geçmiş. White Horse’dan çıktıktan sonra üçlü Washington Square’deki North Square Bar’a gidiyor.
Buradan ayrıldıktan sonra tekrar iki yazar West Village’da bulunan Café Loup’a gidiyor. Bar, editörlerin ve ajans temsilcilerinin buluşma noktasıymış. Bir diğer mekanımız ise ücretsiz edebiyat akşamları düzenleyen Chelsea’deki Half King Restaurant. İki yazar buradaki ziyaretinde Richard Zacks’ın yeni kitabının tanıtımına denk gelmişler. Yayıncılar ve editörler bir yandan tanıtımı dinlerken diğer yandan yemeğin keyfini çıkarıyorlarmış.
Edebiyatla bütünleşen diğer mekanlar için Union Square’e doğru yol alıyoruz. Burada Union Square Café ve Gotham Bar & Grill gibi pahalı restaurantlar dışında The Newsbar adında hoş bir kafeyi keşfediyoruz. Şehrin yukarı yakasına doğru ilerlediğimizde Doughty, Truman Capote’nin meşhur balolarını düzenlediği Plaza Hotel’i öneriyor. Seyatin son durağı şehrin akciğerleri görevindeki Central Park. Shakespeare ve Robert Burns heykelleri arasından edebi gezintimizi sonlandırıyoruz.
Yeni yorum gönder