Türkçeye ‘önemli diğer kişi’ gibi çevrilebilecek ‘significant other’ günümüzde partnerlerin birbirlerini tanımlamak için sıkça kullandığı bir ifade. Bu durumda birinin ‘significant other’ı olmanın koşulu, sadık bir sevgili ve masum bir arkadaş arasında tam olarak tanımlanamayan bir yerde olmak. Bu ifade genelde toplum tarafından tek eşli heteroseksüel ilişki kalıbına oturtulamayan kişiler için de kullanılıyor. Guardian gazetesi yazarı Simon Gough da yazar ve şairlere ilham veren ve çoğunlukla hayranlıkla anlatılan ‘significant other’ları yazdı. Kavuşulamayan sevgili, sevilmeyen eş, platonik âşık, yakın arkadaş, nefret edilen bir düşman veya tamamen soyut bir düşünce… Satırlarını ezbere okuduğumuz, bu en romantik dizeleri yazanların ilham perileri hangi ‘significant other’lar?
Gaius Valerius Catullus ve Clodia Pulcher
Milattan önce yaşamış Romalı şair Gaius Valerius Catullus’un ‘Lesbia’sı, Roma Cumhuriyet döneminin aristokrat ailelerinden birinin kızı Clodia Pulcher’di. Sorun şu ki, Catullus’un ‘kara ilham perisi’ olan Clodia bir ayyaş ve kumarbaz olan kuzeniyle evliydi. Catullus’un şiirlerinde Lesbia sadece derin bir aşk, tutku ve hayranlığın değil; âşık olunan kadına kavuşamamanın acısıyla kırgınlık, nefret ve pişmanlığının da nesnesi haline geldi. Şairin yarattığı bu kadın figürü daha sonraları en güzel aşk şiirlerinden birkaçına –ve eşcinsel imgelerle dolu bazı küfürlü hicivlerine- ilham kaynağı oldu. Bazı kaynaklara göre Latinceye basium (öpücük) kelimesini kazandıran da kendisiydi.
William Shakespeare ve kimliği belirlenemeyen şahıs
İlham perilerinin kadın olmasını gerektiren bir kural var mı? Gerçek tam olarak bilinmese ve bu belirsizlik hâlâ entelektüel ortamların en sevilen tartışmalarından biri olmaya devam etse de, Shakespeare’in birçok sonesini ithaf ettiği ‘baharı sonsuz olan’ kişi büyük ihtimal soyut bir güzellikti. Hatta bazı edebiyatçılar bunu tasavvuf edebiyatında insana duyulan aşk gibi anlatılan Tanrı aşkına bile benzetir. Shakespeare dine düşkün biri değildi, sevgililerine dair kesin bilgiyi de tarih hiç yazmadı. Kesin olan tek şey, soyut veya somut, bir ilham perisinin ona bu dizeleri yazdırdığı…
John Keats ve Fanny Brawne
Keats’in ele avuca sığmaz, dobra karakterli Fanny Brawne’a olan karşılıksız aşkı ona İngiliz Edebiyatı’nın en dokunaklı aşk şiirlerini yazdırdı. Kimi eserlerinde ‘haspa’ veya ‘fingirdek’ diye tanımladığı Brawne ile gizli gizli sözlenmelerine rağmen onunla aradığı mutluluğu hiç yakalayamayan Keats’in La Belle Dame Sans Merci şiirine ilham kaynağı olan yine bu kadındı. Brawn’in varlığının onda mutluluktan uçma ve korkuya kapılmanın karışımı duygular uyandırdığını yazdı sonraları, arkadaşlarına göre Fanny’nin ona veda edişinden sonra şair artık yaşayan bir ölüydü, bir yıl sonra gerçekten hayata veda edene kadar da öyle kaldı.
Thomas Hardy, Emma Gifford ve Florence Dugdale
Thomas Hardy’i çoğu okur sadece yazar olarak bilir ama aslında şiir de yazmıştır. Şiirlerine ilham veren ise muhtemelen karısı Emma Gifford veya bir göçmen ve metresi olan sekreteri Florence Dugdale değil, suçluluk ve pişmanlığın ilham perileridir. İki kadın da Hardy’den çok çekti ama ona bir türlü aşk şiirleri yazdıramadı. Şairin romantizmi hep aşk dışındaki duygularla dolu dizelerde kendini gösterdi.
William Butler Yeats ve Maud Gonne
Lesbia gibi, Maud Gonne de ölümsüzlüğünü 23 yaşındaki şair aşığına acı çektirerek elde etti. Yeats, bu feminist İrlanda devrim hareketinin öncülerinden olan aktriste tam dört defa evlenme teklif etti, hepsinde de reddedildi. 20 yıl süren flörtlerinden sonra Yeats’le beraber olmaya ikna olan Gonne daha sonraları şaire gönderdiği mektuplarda sanatçıların en çok ‘cinsel yoksunluğun zalim büyüsü’ altında üretici olabildiğini yazdı. Yeats bir şiirinde ‘Neden suçlamalıyım onu, günlerimi mutsuzlukla doldurduğu için mi?’ der. İlham verdiği şiirleri düşününce, kim bu kadını suçlayabilir ki?
F. Scott Fitzgerald ve Zelda Fitzgerald
Hemingway, Zelda Fitzgerald’dan nefret ederdi, ona göre bu kadın ancak bir ilham kaçırıcı olabilirdi. Yazara göre Zelda, yakın arkadaşı Scott’un çalışmalarını kıskandığından ona sürekli içki içirerek çalışmasını engelliyordu. Hemingway ne derse desin, aslında Zelda kocasının en büyük ilham perisiydi. Geceler Tatlıdır romanı sadece onun hakkında değildi, Scott’un romanına karısının günlüklerinden parçaları dahil ettiği düşünülürse... Hemingway, Zelda’yi hiç sevemedi, kim bilir belki de arkadaşını ondan çalan bu kadına kanı ısınamadı.
Bob Dylan ve Sara Lowndes
‘Sara, Sara, bakması kolay, tanımlaması zor; gözleri duman, duaları kafiye gibi’ sözleriyle ve 1975 yılında çıkan albümü Blood on the Tracks’teki neredeyse her şarkıda anlattığı Sara’yı kaybetmenin yarattığı yıkımla yazan Bob Dylan… Sara’nın verdiği ilhamın, Dylan’ın bir şair ve müzisyen olarak hâlâ itibar görmesinde rol oynadığı şüphe götürmez.
Neal Cassady ve Jack Kerouac
Jack Kerouac’in Benzedrin etkisi altında ‘otomatik yazma yöntemi’ ile yazdığı Yolda kitabında anlattığı heyecanlı, aşırılıklarla ve aniden alınan kararlarla şekillenen yolculukları aslında Neal’in ona yazdığı bir mektupla başladı. Cassady romanın yıldızı ve Jack Kerouac’in azmettiricisiydi. Kerouac’a göre içindeki gizli tutkuları dışarı vurmasını sağlayan ve ona yüzyılın en etkileyici yolculuk romanlarından birini yazdıran bu deli dolu, sorumsuz adamdı. Genç yaşında ölen ortak arkadaşları Allen Ginsberg ise Cassady’e olan tutkusunu hiç gizlemedi, şiirlerindeki gizli kahramanın o olduğunu her fırsatta dile getirdi.
(Guardian’dan çeviren: Cansu Atlay)
Kaynak: Radikal
Yeni yorum gönder