Varlık dergisi aralık sayısında “Türkiye'de ve Avrupa'da Dergiciliğin Son Durumu” başlıklı bir dosya yayımladı. Belli başlı edebiyat dergileriyle yapılan soruşturmada, SabitFikir de yer aldı!
Söyleşide, genel yayın yönetmenimiz Elif Bereketli SabitFikir'in yayın politikası ve iş modeli ile ilgili konuştu. Ve elbette Türkiye'de edebiyat dergiciliği hakkında da!
Varlık ve SabitFikir sevenler için, işte o söyleşinin tamamı.
* Bütçenizin kaba bir rakamla yüzde kaçı satıştan, yüzde kaçı reklamdan oluşuyor? Ekonomik güçlüklerle nasıl başediyorsunuz? Salt yayıncılığın dışında kalan etkinliklere yöneliyor musunuz? Yeni iş modelleri araştırıyor, kültürel karar mercileriyle (devlet kurumlarıyla, bu alanda fon veren özel kuruluşlarla) ilişki kuruyor ya da halktan destek istiyor/alıyor musunuz?
SabitFikir sadece içeriksel olarak değil, iş modeli olarak da yenilikçi bir girişim. Üretkenlik patlamasının yaşandığı bilişim devrimi çağında, bilgiyi çoğaltmanın marjinal maliyeti ve onunla birlikte bilginin (aslında dijitalleşen her şeyin) fiyatlaması da kaçınılmaz olarak sıfıra yuvarlandı. Çağımızın en etkili dergilerinden biri olan Wired'ın yayın yönetmeni Chris Anderson'ın deyimiyle, bu bedavanın ekonomisi. Özetle, “bedava” artık aslında bir pazarlama numarası olmanın çok ötesinde bir anlam kazanıyor. SabitFikir de, bu durumun Türkiye’deki önemli örneklerinden biri. Satılmıyor, bir satış geliri yok. Sadece dağıtılıyor. Ve gelirimizin tümü reklamdan.
Öte yandan, SabitFikir, tüm bu saydıklarıma rağmen, Idefix'in prestij projesi. Dolayısıyla, herhangi bir ekonomik zorlukla karşılaştığımızda, bize her türlü destekliyorlar ve destekleyecekler. Bu yönümüzle, tüm edebiyat dergilerinden ayrışıyoruz.
* Avrupa’da dergiler büyük oranda devlet desteği ile yayın yaşamını sürdürürken Türkiye’de durum böyle değil. Ülkemizde edebiyat-sanat dergiciliğinin devlet tarafından desteklenmesi için sizce nasıl girişimlerde bulunulmalı?
Ülkemizde, edebiyat ve sanatla ilgili yanlış giden o kadar çok şey var ki... Yayınevlerinin, özellikle butik yayınevlerinin durumu. Kalifiye çalışanların beklentilerini karşılayamayan sektör. Edebiyat çevirmenlerinin içler acısı halleri. Hemen hemen hiçbir yazarın, yazarlıktan kazandığı parayla yaşamıyor olması. (Dolayısıyla, Türkiye edebiyatının kaç yazar çıkardığı kadar, kaç yazar öldürdüğünün de düşünülmesi gerektiği gerçeği.) Türkçe edebiyatın yurtdışına açılımında yaşanan sıkıntılar, yetersizlikler. Kanuni yetersizlikler. Sansür. Otosansür.
Plastik sanatlarda özel sektörün rolü; müzik, sinema, sahne sanatları... Her alan o kadar problemli ki. Devletimizin sanata ayırdığı bütçe, Batı dünyasına kıyasla, gülünç derecede düşük.
Velhasıl kelam, tüm bunlar düzelmeden, dergilerimizin hepsinin tüm giderlerini bile devlet karşılasa, bunun hiçbir anlamı olmazdı. Soracaksınız, tüm bunlar hakkında ne yapılabilir peki, diye. Bir halkın ve yöneticilerinin sanata bakış açısını, gelenekleri, eğitimleri, yaşam şartları belirler. Yani, yapılacak hem çok şey var, hem de hiçbir şey yok...
* Dağıtım ve satış alanında nasıl bir stratejiniz var, derginizi hangi yollarla okulara ulaştırıyorsunuz?
Dergimizi, basılı olarak, Idefix'ten yapılan kitap siparişlerinin yanında hediye olarak ve kardeş kuruluşumuz olan Prefix'le çalışan kitabevlerinden okura ulaştırıyoruz. Dijital olarak ise, Idefix Kitaplık ve Turkcell Dergilik uygulamalarından edinebiliyorlar. Zaten, içeriğimizin tümü internet sitemizde de yayımlanıyor.
* Zorlu piyasa koşullarının dergilerin yayın periyotlarını uzatması okurun dergilerle iletişimini nasıl etkiliyor?
Bu üzücü bir durum elbette. Dergilerin ruhu, devamlılığında; farklı bir biçimde tekrar etme yetisinde yatmıyor mu biraz da... Bırakın mevsimliği, iki aylığı, hepsi haftalık olsun. Aksi takdirde, eski güçlerini yitirecek ve yerini dijital oluşumlara bırakacaklar. Dijital oluşumların ise, henüz edebiyat dergilerinin boşluğunu kapatacak bir kaliteye ulaştığını düşünmüyorum. Dolayısıyla bu, tehlikeli bir yer değiştirme olur.
* Web siteniz var mı? Varsa içeriğinizin ne kadarını internette yayınlıyorsunuz? Sosyal medyayı nasıl, hangi amaçlar için kullanıyorsunuz ve sizce yararları neler?
İnternet sitemiz var, evet. Hatta biz matbu bir dergiden önce, yalnızca bir internet sitesiydik. İçeriğimizin hepsini internette yayımlamakla kalmıyoruz, yalnızca internete özel içerikler de üretiyoruz. Yani, sabitfikir.com, SabitFikir dergisini kapsayan, daha büyük bir içerik kümesi.
Sosyal medyayı, kendimizi hatırlatmak için kullanıyoruz. İnternette edebiyat yayıncılığı yapan diğer oluşumlar gibi, bedava kitap kampanyaları yapmıyoruz mesela. Sosyal medya benim için her zaman büyük bir soru işareti. Tamam, iyisin; ama bir yandan da çok kötüsün... O yüzden son derece temkinli, dikkatli adım atmak gerekiyor. İstediğiniz en çok takip edilen olmak mı, yoksa en kalıcı olmak mı; gerçekten ilgili kişileri mi istiyorsunuz, içeriğinizin herhangi birine ulaşması sizin için yeter mi, doğru karar vermek lazım. Kolay başarılar aldatıcıdır, insanın büyük resmi görmesine engel olur. Kaldı ki, bir edebiyat dergisinin başarısının, popülerliğiyle ölçüldüğü o kötü devirlere geldiğimize inanmak istemiyorum. Ezcümle, sosyal medyaya, 'PR' açısından, son derece temkinli yaklaşmak gerektiğini, insanı çok kolay aldattığını düşünüyorum. Bir yandan, faydaları da saymakla bitmez. Demokratik bir ortam bir kere, yalan mı? Yaratıcılığı müthiş körüklüyor. Yeni ifade biçimleri ortaya koyuyor. Şu an en değerli yazarlarımızdan biri olan Aysu Önen'i, yaklaşık 2 sene önce, Twitter'daki tweet'lerinden keşfetmiştim. Daha ne diyeyim... Hem yakında bir projeyle geleceğiz, yalnızca sosyal medya üzerinden yürüyen.
* Küçük ve büyük basın organları arasında ya da basılı ve dijital medya arasında daha önce var olmayan bir işbirliği veya sinerji potansiyeli görüyor musunuz?
Dijital medyanın gelişmesiyle birlikte, küçük ve büyük basın organları arasında iletişim arttı elbette. Eskiden olsa kapısından içeri giremeyeceğim kurumlar, şimdi bizim haberlerimizi kullanmaya başladı. Demem o ki, internetin herkesi eşit oranda görünür kıldığı gerçeği, yeni bağlar yaratıyor. Gazeteler, kanallar, büyük dergiler, hepsi ama hepsi, önce internet ekipleri kurmaya, şimdi şimdi internet kısmını, basılının önüne koymaya başlıyorlar. Newsweek örneği, New York Times örneği, az şeyler mi? Şöyle düşünelim: Habercilik yapmaya karar verdiniz, minicik bir dergi kurdunuz. İki kişilik bir ekibiniz var. Biri, ağırbaşlı ama güvenilir, yavaş ama dikkatli. Bir diğeri, son derece hızlı, ama hata potansiyeli daha yüksek; uçarı ama heyecan verici de... Hangisini seçersiniz? İkisini de, elbette! Birbirlerinden öğrenecekleri çok şey var. Yalnızca biri olduğunda, pek de bir işe yaramıyor. Dijital medya, basılı medya ilişkisini de böyle görüyorum. Her ikisinin olumlu tarafını lehinize çevirip harmanlayabiliyorsanız, dünya ayaklarınıza serilebilir.
* Dijitalleşme ve internetin getirdiği okuma alışkanlığı değişiklikleri tirajı ve satışları nasıl etkiliyor sizce? Yeni okuma alışkanlıklarının derginize gönderilen ürünlerin yapısında nasıl değişiklikler yarattığını gözlemliyorsunuz? İçeriğinizi değişen okuyucu tercihlerine göre şekillendirmeyi düşünüyor musunuz?
Bu gelişmelerden önce, SabitFikir yoktu zaten. Dolayısıyla, ne söylesem yalan olacak.
* Dergiler arasında edebi ya da siyasi açıdan kutuplaşmalar var mı? Dergiler arasında hangi açılardan mücadele olmalı?
Olmaz mı! Gazetecilikten, dergiciliğe geçiş yaptığımda, en çok buna şaşırmış ve üzülmüştüm. Gazetelerde bu yoktur. Özellikle kültür-sanat gazeteciliğinde. Patronlar birbirine düşmandır ama, çalışanlar birbirini sever, destekler. (Ya da bana hep iyi örnekler denk geldi!) Edebiyat dergiciliğinde ise (elbette herkesin bu işe gönlünü fena halde koymasının da büyük etkisiyle) her şey çok duygusal ve romantik yaşanıyor. Kutuplaşmalar da öyle, yenilikleri kucaklamak konusundaki zafiyet de... Çok fazla kutuplaşma var.
Neredeyse, okurlar için dergi yaptıklarını unutuyor insanlar, birbirleri için iş yapar oluyor. “İlk kez burada”, “sadece bizde” gibi lafları az mı duyuyoruz? Sanki bu iş, AVM yöneticiliği, ya da bir ilaç firmasının satış pazarlama temsilciliğiymişçesine, birbirlerinden daha önde, daha iyi olma yarışında herkes. Oysa, benim için sanatın güzelliği de burada; en iyiyi ömrünüz boyunca arayın, bulamazsınız. Her dergi biriciktir ve kendi olasılıklarının en iyisidir. Bunu fark etmeli. Mücadeleye bile gereksinim olduğunu düşünmüyorum. Her mücadelede, bir yenen bir de yenilen olur çünkü. Dergiler birbirine ilham vermeli. Dergiler birbirinden öğrenmeli. Belki birbirlerinin devamı olmalı, belki türdaşı olmalı. Elbette kimi zaman, ortada bir başarı gördüğünüzde, “bunu biz (de) yapmalıydık” dediğiniz olacaktır; ama bu bir dahaki sefer siz yapamayacaksanız eğer, sizi fena bir kötücüllük döngüsüne sokar. Yapılamadığını, kötü yapıldığını düşündüğünüz bir şey varsa; siz yaparsınız doğru bildiğinizi. Güzel yapıldığını düşündüğünüz bir şey varsa, tebrik eder, minnet duyar ve daha iyisini yapmaya çalışırsınız. Başka bir olasılık düşünemiyorum. Nabokov ile Sartre mesela, birbirlerinden nefret etmek için harcayacakları vakti, yazı yazmaya harcasalarmış keşke, öyle değil mi? Hangisini hangisinden üstün tutabilirsiniz ki?
Siyasi kutuplaşmalara gelince. Epey acı tabii. Ülkem gibi. Kafasını kaldırdığında aynı gökyüzünü gören milyonlarca insan, birbirinden nasıl bu denli rahatsız olabiliyor bu ülkede, sadece acı ile bakıyorum. Çok değer verdiğim insanların dahi, “iyisini kötüsünü bilmem; o diğer cenahtan bir yazar, onu istemem” gibi laflar ettiğini duyuyorum ve gözlerim yuvalarından fırlıyor. Ben Nazım Hikmet'i de seviyorum, Necip Fazıl'ı da. İkisini de çok fazla!
* Dergiler genç yazarlar için sizce hâlâ bir okul olma görevi görüyor mu? Eskiden şair ve yazarlar genellikle ürünlerini belli başlı dergilerde yayımlayarak kabul gördükten sonra kitap çıkarıyorlardı, dergiler gençler için önemli bir basamaktı, ayrıca sadece gençleri değil yurtdışından önemli imzaları da önce dergiler yoluyla tanıyorduk; bugün bu durumun değiştiği söylenebilir mi? İnternet ortamında ün yaptıktan sonra kitap yayımlayan şair ve yazarlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hala, dergilerde adını duyuran çok sayıda öykücü ve şair var. Hala önemli bir basamak bence. Elbette, internet de bir başka olanak yarattı, ama hala güçlüler edebiyat dergileri. Belki 30 yıl önceki kadar çok değil, ama 30 yıl önce ile ne aynı ki zaten piyasada?
* Anaakım medyanın (gazetelerin, vb.) taraflılığı ve kültürel açıdan yoksunluğu karşısında dergilere ne tür görevler düşüyor? Dergiler bu görevleri hakkıyla yerine getirebiliyor mu? Okurlar dergilerden ne tür sorumlulukları yüklenmelerini bekliyor?
Dergicilerin, öncelikle yaptıkları işin, bir ürün vermek olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Ne demek istediğimi açıklayayım: Pek çok dergi, sadece var olarak bile okura lütfediyormuş gibi bir haleti ruhiyede. Çıkardıklarının, görünüşüyle, sunumuyla cazip bir şey olup olmadığını sorgulamalılar. Edebiyatın, bir kürsüden tok bir ses tonuyla koca bir amfiye anlatılan bir ders olmadığını fark etmeliler. Edebiyat, her yerde, herkeste, her şeyde bulunabilir. Dünyayla bağları sağlamlaştırmak gerek. Müziği, sinemayı, güncel sanatı, teknolojiyi, siyaseti, biraz olsun bilmek iyi gerek. Yapılan iş, süreli yayıncılık nihayetinde. Aksi takdirde, edebiyat dergilerinin sıkıcı, blok yazılardan oluşan korkutucu halinden ürküyor bu işin meraklısı ve kültürü-sanatı anaakım medyada arıyor. Bulamıyor tabii.
Okurlar ise bambaşka bir dünya... Özellikle, internet adlı teknolojinin sunduğu olanaklarla birlikte, beklentileri mi arttı, yoksa beklentilerini dile getirme imkanları mı bilmem, ama çok şey bekliyorlar, orası kesin. Bize gelen eleştirilerden yola çıkarak, çok şeyi değiştirdik dergide. Bazı konularda, kafamdaki bir görüşü desteklemeyi bir kenara bırakın, bir anda bir ışık yakıveriyor bir okur eleştirisi. Oradan yola çıkarak yepyeni bölümler, illüstrasyonlar, yazarlar çıkabiliyor.
Ama bazen de eleştirilerin acımasızlaştığını düşündüğüm oluyor. Bunun çoğunlukla iki nedeni oluyor; ya tarafgirlik, ya da önyargılar. Önyargılar sözünü biraz açıklayayım izninizle. Siz Idefix gibi bir satış mecrasının yayını olduğunuzda, her yerinizde ticari bir iz arıyorlar. Oysa yok. Gerçekten yok. Ya da, yalnızca satış amaçlı, bütün kitapları öveceğinizi sanıyorlar. Gerçi, okuyunca gördüler, bugüne kadar çok az derginin takınabildiği cesur bir tavırla, hiçbir ticari ilişkiye bakmadan eleştirdik kitapları. Popüler olduğunuzda, renkli olduğunuzda, illüstrasyonlu olduğunuzda, hafif olacağınızı sanıyorlar. Aslında öyle bir durum yok, biz “light” bir dergi değiliz, objektif bir gözle bakmayı denediğinizde. Yani, insanlar ne görmek isterse onu görür. Bu fikir de beni rahatlatıyor açıkçası. Yeri geliyor, kuş kondursam, beğenmeyeceklerini biliyorum.
Yaratıcı sektörlerde bu tiyatro hep var galiba. Okur da aslında okuyarak bile bu edebiyat işinin en önemli parçalarından biri olduğu, ve kuvvetle muhtemeldir ki kendi de bir şeyler yazdığı veya yazmak istediği için, her zaman biraz muhalif bakıyor galiba. Özellikle kültür sanatta. Bazen e ama bunun ağırlıklı nedeni tarafgirlik oluyor.
Bunu söylediğime bakmayın, biz bugün ayaktaysak, okurlar sayesinde ayaktayız. Bu kadar çok okur bizi sevmese, belki ben çoktan işten kovulmuştum, belki Idefix dergiyi çoktan kapatmıştı. Neredeyse her gün okurlarımızdan övgüler ve sevgi sözleri alıyoruz. Popüler bir dergiyiz, evet; ama her popüler dergide işlerin böyle gitmediğini iyi biliyorum.
Yeni yorum gönder