“Distopyalar bireyin özel hayatının ortadan kaldırılmasından duyulan dehşet üzerine kurulu. Özel hayat tedavülden kaldırılıyor ve otorite, kişiler arasındaki sadakati kırarak yalnızca devlete olan karşılıksız itaati garanti altına alıyor. Kamusal ile kişisel alanlar arasındaki sınır çizgisi yok ediliyor. Son zamanlarda iyice alevlenen ‘hayat tarzına müdahale’ tartışmaları da bu bağlamda distopya okumalarının alanına giriyor.”
sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin Ekim 2014 tarihli 44. sayısının dosya başlığı, “Hayatımız Distopya”... Hakan Bıçakcı dosya yazısında, klasik distopya anlatılarından en popüler üçlüyü (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451) günümüzle karşılaştırarak, “Yaşadığımız hayat bir distopyaya ne kadar benziyor?” sorusuna yanıt arıyor:
“Dünyanın hiçbir yerinde bireysel özgürlükler kendi haline bırakılmış durumda değil. Denetim altında. Ama bu nasıl bir denetim? Bana göre devletten çok şirket gibi yönetilen ABD’de ve çoğu gelişmiş ülkede ağırlıklı olarak Cesur Yeni Dünya, Türkiye’de ve çoğu ‘gelişmekte olan’ ülkede ağırlıklı olarak Bin Dokuz Yüz Seksen Dört atmosferi hâkim. Yani baskı her yerde mevcut... Ancak kılığı farklı…”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay ütopyaları karıştırıyor önce; sonra distopyalara geçiyor. Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı'na Bolu'da bisiklet yolu projesini hayata geçirmek için çalışan Merve Çevik'i konuk ediyor; distopyalara ilişkin edebi tartışmanın gündelik hayattaki karşılığı ne olur ki derken, karşımıza bir "bistopya" çıkıyor. Şehrin ana caddelerinden birinin trafiğe kapatılması dolayısıyla zaten memnuniyetsiz olan Bolu halkı, bisiklet yolunu nasıl karşıladı acaba?
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Uğur Altun
Hasan Cömert’in Sinema yazısı, "eski casus" John le Carré'nin Aranan Adam adlı kitabından uyarlanan İnsan Avı’nın vizyona girmesi vesilesiyle, istihbarat örgütünde görev almış bir yazarın yazdıklarına salt edebiyat olarak bakmanın mümkün olup olmadığını sorguluyor. Elif Bereketli ise İstanul Teşvikiye’deki Galeri 44A’da açılan ve 27 sanatçının Allen Ginsberg'in kült kitabı Uluma için hazırladıkları alternatif kapakları bir araya getiren sergiyi değerlendiriyor.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Aslı Tohumcu, Andrey Platonov, Maurice Blanchot, Sophie Hannah, Zachary Mason, Jaime Manrique, Karen Russell, Adelbert von Chamisso, Thomas Hardy ve Wolfgang Hilbig’in eserlerini güvenilir eleştirmenler Yankı Enki, Ahmet Büke, Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, Aysu Önen, Nazan Maksudyan, Selçuk Uygur, küçük İskender, Hayati Roman ve Burcu Bayer yorumluyor.
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın, sonbaharın olası yatak istirahatlerine hazırlık olsun diye yakın dönemde yayımlanmış ve yayımlanacak olan yeni kitaplara göz atarken; Kelebek Etkisi’nde Elif Tanrıyar, kelebekle birlikte oğuyan havaları “Merhaba hüzün,” diyerek karşılıyor! Ceyhan Usanmaz’ın Karşılaştırmalı Eleştiri sayfalarına taşıdığı kitaplar ise, Tarihte Yaşanmamış Olaylar ile Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar. Fikri Sabit’in gündeminde ise bu ay, 2014 yılının yayıncılık alanındaki en büyük kaybı diyebileceğimiz Kezban Akcalı var... Fisun Yalçınkaya ise yakın bir zaman önce yayımlanan iki çizgi romandan hareketle, Batman’in dününe, bugününe ve onu diğer süper kahramanlardan ayıran özelliklere bakıyor.
Keşfet bölümünün bu ayki konuğu Genç Osman; SabitFikir okurlarına kendi el yazısıyla Kuşlar da Gitti kitabını öneriyor. Karne sayfalarında Libris Lipum ile Bila Perva’nın notları ise, her zamanki gibi, bıraz kıt gibi...
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Furkan Nuka Birgün’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir’i nereden bulacağız?
Erhan Cihangiroğlu
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; Idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Dosya yazısından
Hakan BIÇAKCI
Belki de birbiriyle en çok karşılaştırılan iki kitap Cesur Yeni Dünya ile Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’tür. Hangi kehanet kazandı tartışmaları dönüp durur bu iki kurgu üzerinden. İletişimle ilgili teknolojik gelişmeler korkuyla karışık bir refleksle akla Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü getirir. Ancak genetikle ilgili gelişmeler aynı hızla ve ürpertiyle Cesur Yeni Dünya’yı hatırlatmaz. Bu durum, hem kitapların popülerite farkından hem de Cesur Yeni Dünya’nın kehanetlerinin biraz daha uzak bir gelecekle ilgili olmasından kaynaklanıyor.
Bu iki anlatı üzerinden yapılan tartışmaların en etkileyicisiyse, Neil Postman’ın Televizyon: Öldüren Eğlence kitabının önsözündeki metni sanırım. Postman’ın çarpıcı bir özet sunan karşılaştırmasından alıntılarsak: “Orwell’in uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönünde. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerkliklerinden ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yok. Huxley’e göre insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır. (…) Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı şeklindeydi. (…) Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, Huxley pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. (…) Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. (…) Orwell insanların acı çekerek denetlenişini anlatıyordu. Huxley’e göre denetleme insanları hazza boğarak gerçekleştiriliyordu.”
Görünen o ki, günümüzde iki kurgunun da karşılığı var. Dünyanın hiçbir yerinde bireysel özgürlükler kendi haline bırakılmış durumda değil. Denetim altında. Ama bu nasıl bir denetim? Bana göre devletten çok şirket gibi yönetilen ABD’de ve çoğu gelişmiş ülkede ağırlıklı olarak Cesur Yeni Dünya, Türkiye’de ve çoğu “gelişmekte olan” ülkede ağırlıklı olarak Bin Dokuz Yüz Seksen Dört atmosferi hâkim. Yani baskı her yerde mevcut... Ancak kılığı farklı…
Yukarıda adı geçen klasik distopya anlatılarından en popüler üçlüyü (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451) günümüzle karşılaştırmayı denersek, en baştaki “Yaşadığımız hayat bir distopyaya ne kadar benziyor?” sorusunu cevaplamaya biraz daha yaklaşmış oluruz.
...
Merve Çevik ile söyleşi
Ayşe ÇAVDAR
Türkiye’de yaşanan hızlı kentsel dönüşüm, şehirleri birer distopyaya dönüştürme ihtimali taşıyor mu sence?
Şu anda bu inşaat bombardımanı ile yapılan işlerin 30-40 yıllık ömrü var. Sonra yeni bir moda çıkacak ve yıkılacaklar. Ama belediye başkanları kalıcı işler yapmak için yollar arıyorlar. Kalıcı işler oy kazandırmaz, hatta kaybettirir ama gene de buna kafa yoruyorlar, çünkü akıllı olanlar şehirlerde geleceğe yönelik adımlar atmaya başlıyor. Uluslararası Kentsel Dönüşüm Sempozyumu’nda İzmir ve Antalya belediye başkanları, biri CHP’den biri AKP’den olsalar da, aynı şeyleri söylediler. Kentsel dönüşümün yıkmak, yeniden yapmak olmadığını, aslında sosyolojik bir dönüşüm olduğunu anlattılar. Yurt dışına gidip gelmek de kentsel dönüşümü kafalarında çok değiştiriyor. Çoğunun kentsel dönüşümden anladığı bir yeri yıkıp yerine AVM yapmaktı ama şimdi buna bir de park ekliyorlar. Eski evleri restore ederek şehre kimlik kazandırmayı düşünebiliyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar “buralar temizlenecek” diye konuşuluyordu.
Bir eşikten dönülmesi ihtimali var mı?
İnşaat rantı o kadar cazip ki... Dünyadaki hiçbir yatırım şekli bu kadar kazandırmıyor, o yüzden çok tehlikeli, ama bir yandan da bir umut var.
...
Yeni yorum gönder