"Bugün dünya edebiyat klasikleri arasına girmiş romanlara baktığımızda yüzde 80’inden fazlasının 400 bin kelime sayısını aştığını görürüz. Sözgelimi, Marcel Proust’un efsane romanı Kayıp Zamanın İzinde 3 bin 16 sayfadır. Ya da yine büyük hacmiyle göz dolduran Sefiller’in içine Victor Hugo dünyanın bilinen en uzun cümlesini yerleştirmiştir; tam 800 kelimelik bir cümle! Gelgelelim zaman değişiyor, edebiyat eğilimleri, türler, türsel sınırlamalar birbirini değiştiriyor. Ve gözlerimizin önünde yeni bir tür doğuyor: Novella."
SabitFikir’in Eylül 2015 tarihli 55. sayısının dosya başlığı, "Novella: Kısa roman mı, uzun öykü mü?"... Oylum Yılmaz, başta Avrupa edebiyatı olmak üzere, tüm dünyada ve Türkiye’de yükselişe geçen bu yeni türü mercek altına alarak, “Peki, nedir novella?” sorusuna yanıt arıyor:
"Dil ve biçim, estetik ama estetize edilmemiş; kahraman derinlikli ama kahraman değil; sınıf bilinci yüksek ama ideolojilere kapılmayan; gerçekçi ama klasik anlamda toplumcu gerçekçi değil! Ve nihayetinde kısa ama kısa değil! Edebiyatın kendiliğinden saptığı bu yol, belki bir yandan sosyal medyanın kısa zamanlı algısıyla uyum içerisinde, okur isteğini karşılıyormuş gibi görünürken, diğer yandan şaşırtıcı biçimde üst edebiyat dediğimiz alanın içine yerleşiyor; sadeleştirilmiş, kompakt hale gelmiş metinler sunarken daha yüksek bir okuma zevki vaat ediyor."
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay romanı bir ölçü birimi olarak kullanmaya kararlı. En uzun romanlar ve en kısalar arasında mekik dokuyup edebiyata klasikler hediye etmiş usta edebiyatçıların novellalarından, en genç yeteneklerin yazdıklarına uzanıyor.
Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı'na yönetmen Hüseyin Karabey’i konuk ediyor. Karabey, “Kısa film sinemanın neresinde?” sorusunu “Uzun metraj romansa, kısa film öyküdür, derler. Halbuki bence uzun metraj öyküdür; fıkra, köşe yazısı ya da anekdotlar ise kısa filmdir. Onun gücü kısalığından gelir,” diye cevaplıyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Ece Zeber
Ali Bulunmaz, romanları tüm dünyada merakla beklenen Haruki Murakami’nin Türkçedeki son kitabı Uyku’yu inceliyor. Koca, çocuk, rutin işler ve konuşmalar arasına sıkışmış bir hayatın, kaçan uykuyla beraber rayından çıktığını okuyoruz bu kitapta; belki de rayına oturuyordur, kim bilir...
Melisa Kesmez ise, Güncel sayfasında her geçen gün bir yenisi çıkan yetişkinler için boyama kitaplarını değerlendiriyor. "Bizi tekrar okullu çocuklar gibi kırtasiyelere sokup renk renk boya kalemleri aldırtan şeyin çocuklukla alakası olmalı. Büyükler dünyasından yorgunuz çünkü."
Hakan Bıçakcı da, yaşamı en çok merak edilen yazarlardan birini, Kafka’yı anlatan Utanç ve Suçluluğun Şairi’ni ele alıyor. Kafka’nın aile hayatının önemini kavramış, başta babasıyla olmak üzere aile ilişkilerini derinlemesine inceleyen bir çalışma bu.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Emil Michel Cioran, Josh Malerman, Péter Esterházy, Jonas T. Bengtsson, Ebubekir Eroğlu, Kemal Bilbaşar, David Mark, Arnaldur Indridason, Carlos Fuentes, Edith Wharton, Alfred Jerry ve Deniz Tarsus’un eserlerini güvenilir eleştirmenler Hayati Roman, Yankı Enki, küçük İskender, Nazan Maksudyan, Osman Çakmakçı, Müge Karahan, Ceyhan Usanmaz, A. Ömer Türkeş, Çağrı Uluğer, Nilay Kaya, Gökçe Gündüç ve Burcu Bayer yorumluyor.
Hilmi Tezgör, Müzik yazılarına ahir zamanların en ilginç sanatçılarından bir tanesiyle, Björk'le devam ediyor; edebiyat ve müzik arasındaki ilişkinin çok güçlü olduğu İzlanda’da doğan Björk’ün Vespertine albümündeki “Sun In My Mouth”un sözleri, en sevdiği şair olan E. E. Cummings’e ait. Anaïs Nin’in Günlükler’i ise, onun en sevdiği kitap.
Dünyadan sayfalarında da Mert Tanaydın, yazarın mirasının işletilmesi meselesine bakıyor; filmler, oyunlar, kitaplar derken, bu durum fantastik edebiyatta daha ticari bir çehreye bürünürken, sanmayalım ki insanın iç dünyasını deşen edebi eserler de benzer yaklaşımlara sahne olmuyor.
Fisun Yalçınkaya ise Çizgi Roman sayfasında, Vincent Damon Furnier’dan -namıdiğer Alice Cooper’dan- ilham alan Günah’a Son Çağrı’yı mercek altına alıyor. Neil Gaiman ile Michael Zulli işbirliğiyle ve Alice Cooper’la birlikte hazırlanan eser, Cooper’ın 1994 yılında çıkardığı The Last Temptation albümü temel alınarak kurgulanmış.
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Onur Aşkın’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; dikkatli gözler, iç sayfalarda çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir'i nereden bulacağız?
Erhan Cihangiroğlu
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Editörden
Ceyhan Usanmaz
Bundan birkaç yıl önce, The Observer’daki yazısında İngiliz yazar ve editör Robert McCrum, “Günümüz kitapları neden bu kadar uzun” diye sormuştu. 14 Kasım 2010 tarihinde yayımlanan bu yazısında McCrum, o yılın sonbaharında çıkan birkaç kitabı mercek altına alıp hepsinin ortak özelliği olarak uzunluklarına dikkat çekiyordu. Mesela Amanda Foreman’ın, hayatının on yılını vakfettiği ve Amerikan İç Savaşı’ndaki İngiliz etkilerini irdelediği kitabının yaklaşık 1000 sayfa olması, Keith Jeffery’nin İngiliz Gizli Servisi MI6 ile ilgili kitabının 800 sayfayı aşması ya da Tony Blair’in anı kitabının 700 sayfaya dayanması yazarın dikkatini çekmişti anlaşılan.
Özellikle Amerika’daki kitabevlerinin kalın kitapları üst üste dizerek oluşturdukları kuleleri vitrinlerinde sergileme sevdasının ve bilgisayarların sunduğu “kes-yapıştır” kolaylığının bu durumda önemli bir etmen olabileceğini öne süren McCrum, bu eğilimin edebiyat kitaplarında da görüldüğünün altını çizerek, bir anlamda, “Sözün kısası makbuldür” anlayışına ne olduğunu sorguluyordu.
(Yazının tamamı için tıklayınız.)
Dosya yazısından
Oylum Yılmaz
Bugün dünya edebiyat klasikleri arasına girmiş romanlara baktığımızda yüzde 80’inden fazlasının 400 bin kelime sayısını aştığını görürüz. 400 bin! Kulakta çılgınca çınlayan bir sayı! Sözgelimi, Marcel Proust’un efsane romanı Kayıp Zamanın İzinde 3 bin 16 sayfadır. Ya da yine büyük hacmiyle göz dolduran Sefiller’in içine Victor Hugo dünyanın bilinen en uzun cümlesini yerleştirmiştir; tam 800 kelimelik bir cümle! Örnekleri öylesine çoğaltabilirim ki, bir süre sonra uzay boşluğunu matematiksel verilerle anlamaya çalışan insan zihninin boşalması gibi, her şey anlamını yitirmeye başlayabilir. Rakamlar bir süre sonra anlamsız gelir insan zihnine, evet, ama ya böylesine uzun romanları okumak... Eğer bir edebiyat bilgisinden, bir edebiyat sevgisinden söz edeceksek, Sefiller’i okumamış olmak, Savaş ve Barış’ı, Karamazov Kardeşler’i ya da İnce Memed’i okumamak kabul edilebilir değildir. Elbette biliriz ki, uzunluk bir romanın olumlu ya da olumsuz özelliği olamaz. Ama romanın tür olarak doğduğu günden bugüne gelişine baktığımızda, olayların, yaratılan karakterlerin, doğa ve ruh betimlemelerinin uzun uzun anlatılmasının, anlatılabilmesinin o metne bir oturaklılık kazandırdığı düşüncesinin içimizde yaşadığı da aşikar. Gelgelelim zaman değişiyor, edebiyat eğilimleri, türler, türsel sınırlamalar birbirini değiştiriyor. Ve gözlerimizin önünde yeni bir tür doğuyor: Novella. Yani kısa roman, belki uzun öykü, ya da öyküden biraz uzun, romandan azıcık daha kısa olan!
Yanlış anlaşılmasın, artık uzun romanlar yazılmıyor demiyorum. Bilakis, çoğu eleştirmen ve okur kitapların gereksiz, yersiz bir şekilde uzun olmasından şikayetçi. Knaussagard’ın, son zamanlarda edebiyat dünyasında fırtınalar estiren Kavgam’ı, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinden daha uzun. Ya da her yıl Nobel alması büyük bir hevesle beklenen, çok ama çok sevilip okunan Haruki Murakami, 1Q84 başta olmak üzere, uzun romanlar yazıyor. Kitapçıların vitrinleri tuğlayı andıran çoksatanların sütunvari yerleştirmeleriyle süsleniyor. Ama başta Avrupa edebiyatı olmak üzere, tüm dünyada ve Türkiye’de novellanın yükselişe geçtiğini görmemek mümkün değil. Edebiyatçılar arka arkaya novellalar getirip bırakıyorlar dünya edebiyatının içine. Sadece novellalar yazan genç edebiyatçılar var artık. En son İngiltere’de ilk defa bu yıl Novella Ödülleri’nin verilecek olması da bu yükselişin en önemli göstergelerinden biri.
(...)
Hüseyin Karabey ile söyleşi
Ayşe Çavdar
Kısa film acemilik atmak için yapılan bir şey mi?
Türkiye’de böyle algılanıyor daha çok. Sebebi şu: Birçok sinema okulu var ve öğrencilere sinematografiyi öğretmek için birçok deneme yaptırılıyor. O filmlerden bazıları da, sadece öğrencilerin görmesinin yazık olacağı düşünülerek festivallerde karşımıza çıkarılıyor. Öğrenciler ise onları uzun metraj film yönetmenliğine hazırlık gibi görüyorlar. Ama aslında dünyada böyle değil ve belki geçmişte Türkiye’de de böyle değildi. Benim için sinema bir bütün. Bir hikayeyi bazen uzun metrajla, bazen belgeselle, bazen animasyonla, bazen de kısa filmle anlatmak gerekir. Ben kısa film yapmaya devam ediyorum. Kısa film yapmaya devam eden ünlü yönetmenler de var. Eric Rohmer mesela, her uzun metrajlı filminden sonra birkaç kısa film çekerdi. Sinemanın bütün anlatım dillerinden faydalanmak, kendini bir türle sınırlamamakla mümkün; ve kısa film bu dillerden biri...
(...)
Yeni yorum gönder