“Her yazarın huyu suyu farklıdır. Günün hangi saatinde yazmayı tercih ettiği, penceresinin nasıl bir manzaraya açıldığı, kahvaltıda ne yediği, yazarken ne giydiği yazardan yazara değişir. Doğal olarak yazarken kullandığı araçlar da farklı olur. Defter ve kalemden şaşmayanlar da vardır, aklına gelen sözcükleri doğrudan bilgisayara geçirenler de... Fakat eğer ucundan kıyısından profesyonel yazarlık yapıyorsa, ne kadar inat ederse etsin, işinin en azından son safhasında bilgisayarla haşır neşir olmak durumundadır.”
sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin Mart 2015 tarihli 49. sayısının dosya başlığı, “Dijital Çağda Yazma Alışkanlıkları”... Hikmet Hükümenoğlu dosya yazısında, yeni teknolojilerle birlikte kendimizi yepyeni bir okuma evreninin içerisinde bulduğumuzu hatırlatarak, “Okuma alışkanlıklarımız değişirken yazma alışkanlıklarımız da değişiyor mu?” sorusuna yanıt arıyor:
“Bir yazarın hayatında teknolojinin çare olamayacağı temel ihtiyaçlar vardır. Örneğin hiçbir tablet uygulaması, bir kedinin ya da köpeğin yerini tutamaz. Ya da bol miktarda çayın ve kahvenin. Benim naçizane önerim, teknolojinin sunduğu kolaylıkları göz ardı etmemeniz ama seçeneklerin arasında kaybolup çok da zaman harcamamanız. Önemli olan oturup yazmak. Gerisi teferruat.”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay okuma labirentinde kaybolmamanın bir yolunu buluyor, çünkü nereye giderse gitsin yazı elinden tutuyor.
Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı'na Amsterdam'da süren Bungehuis İşgali’nden bir duvar yazarını, Bunge’ı konuk ediyor; yazma eylemini anonimleştirirken politikleştiren bu yazma haline bakıyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Hilmi Tezgör Müzik yazılarına, ismi 1996'dan beri Nobel Edebiyat Ödülü’yle birlikte anılan Bob Dylan ile başlıyor; "çünkü Bob Dylan'la başlamak her koşulda iyidir. Dylan'a soracak olsak, o da Frank Sinatra'yla başlamak iyidir diyecektir."
Hasan Cömert ise Sinema yazısında, hikaye-senaryo sıkıntısı çeken Hollywood’un biyografik-otobiyografik romanlara gittikçe daha çok başvurduğunu belirterek, bu yıl en iyi film dalında Oscar’a aday gösterilen dört, diğer dallarda adaylıkları bulunan üç filmin biyografik olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü gerçek hikayeler, konvansiyonel bir sinemayla perdeye geldiği sürece, ezelden beri seyirci çekiyor.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Ray Bradbury, Dave Eggers, Pınar Öğünç, Sezgin Kaymaz, Carlos Maria Dominguez, Sarah Quigley, Giovanni Papini, Mitch Cullin, Ece Temelkuran, Ray Celestin, Nikolay Leskov ve Victor Serge’ün eserlerini güvenilir eleştirmenler küçük İskender, Aysu Önen, Nazan Maksudyan, Melisa Kesmez, Hayati Roman, Selçuk Uygur, Yankı Enki, Burcu Arman, Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, Burcu Bayer ve Ali Bulunmaz yorumluyor.
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın, 2011'de Pleiade kapsamında tekrar basılan, La féte de l'insignifiance adlı yeni romanını da bir süre önce yayınlayan Milan Kundera'ya ilginin artacağını öngörüyor. Güncel sayfasında Can Semercioğlu Batı dünyasında hızla yükselişe geçen, edebiyatın (eski ama) yeni trendi özkurguyu değerlendiriyor.
Fikri Sabit’in gündeminde de bu ay, Türkiye'de yaşanan kadın cinayetlerine, hızla artan erkek şiddetine dikkat çekmek için bir şiir yazan Aslı Serin ile Birhan Keskin var... Fisun Yalçınkaya ise Yeni Başlayanlar İçin Beckett adlı çizgi romanın zihnimizde yer etmiş Beckett sahnelerine yenilerini eklemek için birebir olduğunu belirtiyor. Keşfet bölümünün bu ayki konuğu Cüneyt Cebonayan; SabitFikir okurlarına kendi el yazısıyla Kral Oidipus kitabını öneriyor.
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Selman Hoşgör’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir’i nereden bulacağız?
Akif Kaynar
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; Idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Editörden
Ceyhan Usanmaz
SabitFikir’in bu ayki dosya konusunda, Hikmet Hükümenoğlu, içinde bulunduğumuz dijital çağdaki yazma alışkanlıklarını mercek altına alıyor; bir başka deyişle, modern yazarın alet edevat çantasını karıştırıyor! Bir roman yazarının, tam da yeni romanını yazdığı bir süreçte “kaleme aldığı” bir deneyimleme yazısı olarak da nitelendirilebilir.
Artık çoğunlukla uzun uzadıya okumaktan/araştırmaktan çok göz gezdirdiğimiz, kopyalayıp yapıştırdığımız, 140 karakterle sınırlandığımız, her şeyin bir görsellikle beraber sunulmasını beklediğimiz, hatta yalnızca görseller (emoji) kullanarak duygularımızı ifade ettiğimiz aşikar. Okuma-yazma alışkanlıklarımızdaki bu ve benzeri değişikliklerin, edebi eserlere nasıl yansıyacağını kestirmek için ise vakit biraz erken gibi görünüyor. Belki de, bu “değişimin” içinde olduğumuzdan fark edemiyoruzdur.
(Yazının tamamı için tıklayınız.)
Dosya yazısından
Hikmet Hükümenoğlu
Eğer ucundan kıyısından profesyonel yazarlık yapıyorsanız, ne kadar inat ederseniz edin, işinizin en azından son safhasında bilgisayarla haşır neşir olmak durumundasınız. Aslında bilgisayarla haşır neşir olmak tek başına o kadar kötü bir şey değil. Çok daha kötüsü var, adına da Microsoft Word diyoruz. Ne yazık ki her yazarın yolu, bir gün Microsoft Word'e düşecektir. Çünkü yayınevleri, gazeteler ve dergiler, standart metin dosyası olarak Word dosyasını kabul ediyorlar ve kısa vadede bu durumun değişme olasılığı pek yok. Tamam, günün sonunda yazdıklarımızı bir Word dosyası haline getirmemiz lazım, bunda kaçış yok ama işin bu aşamasını mümkün oldukça geciktirmemiz mümkün. O zaman ilk olarak daha şık, daha kullanışlı, daha sevimli metin yazma programlarına bakalım.
Scrivener (www.literatureandlatte.com): Uygulamayı geliştiren şirketin isminin güzelliğine bakar mısınız lütfen: Edebiyat ve latte. “Scrivener” da malum, Melville'in kült kahramanı Bartleby'nin mesleği, yani yazman, ya da katip. Scrivener, yazarlar için tasarlanmış ürünlerin arasında en tepeye oturmuş durumda ve yıllardır yerinden kımıldamıyor. Sanırım bunun sebebi, kullanıcılarının bu şahane uygulamaya tutkuyla bağlı olması.
...
Bunge ile söyleşi
Ayşe Çavdar
Duvarlara yazı yazmak, üstelik bunu anonim kalarak yapmak neden bu kadar cazip geliyor şehirli rahatsıza?
Kamusal alanların gün geçtikçe daraldığı, tüketim odaklı şekillendirildiği, hareketlerimizin güvenlik ve ahlak adına olabildiğince kısıtlandığı şehirde duvarlar görece bir özgürlük alanı olarak beliriyor. Duvara derdini anlatmak, izini bırakmak, üstelik bunu da anonim yapmak, sokakta var olmanın ve başka insanlarla iletişime geçmenin yerleşik kodlarını yeniden tanımlamak, ipleri eline almak anlamına geliyor biraz da. Anonim kalmak kişiye bir yandan koruma sağlıyor, evet, ama diğer yandan da üretimin kolektif haline, kişinin ismi ile sınırlanmamış bağımsızlığına da işaret ediyor. Belki biraz da şehre hediye ediyor imgeyi, şehrin ve onu görenlerin kılıyor.
Peki neden aşağı yukarı bütün muktedirler duvarlara yazı yazılmasını engellemeye çalışıyor?
Muktedirler şehri şehirde yaşayanlardan, kamusal alanı kamudan korumaya çabaladıkları için basıyorlar griyi duvar yazılarının üstüne. Ender ikonikleşen sokak sanatı işleri dışında, şehrin turistik değerine zarar vereceğinden, yoksulluğu görünür kılacağından, muhalif ses ve imgeleri ortaya saçacağından ve benzeri bir dizi nedenden dolayı korkutuyor duvar yazıları, sokağı düzenlemeye ve baskılamaya çalışan muktedirleri. Ama bir yandan da iktidarın veya reklamcıların da duvarı bir mecra olarak kullanmaya gayret ettiğini unutmamak gerek. Özellikle şirketlerin yasadışı olanı yasallaştırarak, muhalif olanı ehlileştirerek sokağı taklit ettiği, zaman zaman bunu yaparken sokak sanatçılarını da işin içine kattığı birçok örnekle karşılaştık yakın geçmişte.
Yeni yorum gönder