“Maruz kalan kişinin ancak haykırabildiği ya da çığlık atabildiği bir feci olay karşısında, edebiyat bu haykırış ya da çığlığı nasıl yansıtabilir? Olağan cümle kalıpları ya da hikaye etme modelleri, bütün olağanlıkların dışına taşan, bir anlamda dünyanın mantığını sarsan bir olayı anlatmaya yeter mi?”
SabitFikir dergisinin Mayıs 2016 tarihli 63. sayısının dosya başlığı, “Kriz, felaket ve edebiyat”... Ahmet Ergenç, bu dosya yazısında Blanchot, Nichanian ve Agamben gibi düşünürlerin fikirlerinden, Latife Tekin, Bilge Karasu ve Birgül Oğuz gibi yazarların metinlerinden yararlanarak tanığın zihnini, benlik duygusunu ve dilini zedeleyen toplumsal kriz ve felaketlere edebiyatın nasıl tanıklık ettiğini ele alıyor:
“Felaketi anlatmak için yaşanan gaddarlıkları, işkenceleri, cinayetleri vesaire sıralamak yeterli değildir. Sıralanırsa da, bu bir tanıklık-belgesi olabilir, edebiyat değil. Edebiyatın başka bir şey yapması gerekir...”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay insan ruhunu kitleler halinde parçalayan savaşlar, darbeler, göçler, siyasi krizlerle baş etmeye, bütün bunlarla yüzleşmeye çalışan edebi metinlere bakıyor. Felaket duygusunu iyileştiren tek şey anlatmaksa, çıkış yolunu edebiyat gösteriyor çünkü.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Esra Kalay
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın, İstanbul Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğumuz Gökdelen’in hatırlattıklarından ilhamla, J. G. Ballard’ın başından beri şahitlik ettiği çıldırtıcı asfalt ve beton dünyasını eleştiriyor. Can Semercioğlu ise Pulitzer'in kurgu dalındaki en güçlü adayı olarak anılan A Little Life'ı inceliyor; "Bu kadar övgüyle söz edilen bir kitabın Pulitzer almaması herhalde talihsizlik olsa gerek."
Alican Saygı Ortanca, Güncel sayfalarında, Japonya’da düzenlenen Nikkei Hoshi Shinichi Edebiyat Ödülü’nde ön elemeyi bir robotun geçmesi vesilesiyle, “Edebiyat, düşündüğümüz türden bir yaratıcılık gerektirmiyor olabilir mi? Ya da matematik düşündüğümüzden daha mı estetik?” diye soruyor.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Jack Kerouac, Richard Gary Brautigan, Peter Ackroyd, Kjersti Skomsvold, Lars Iyer, Nick Hornby, Javier Cercas, René Crevel, Goli Taraghi, Carrie Snyder, Levent Cantek ve Tanıl Bora ile David Robinson’ın eserlerini güvenilir eleştirmenler küçük İskender, Cem Tunçer, Gökçe Gündüç, Irmak Zileli, Seda Ateş, Oylum Yılmaz, Melisa Kesmez, A. Ömer Türkeş, Ali Bulunmaz, Nazan Maksudyan, Burcu Bayer ve Hayati Roman yorumluyor.
Hilmi Tezgör de, Müzik sayfalarında Hunter Davies'in geçtiğimiz günlerde Türkçede yayımlanan The Beatles biyografisine göz atıyor. Tezgör’ün de belirttiği gibi, “grup üyelerinin solo kariyerlerini de kapsayan bu biyografinin, kendisinden sonra yazılan bütün biyografilere ilham verdiği konusunda herkes hemfikir.”
ÇizgiRoman sayfalarında ise Levent Cantek bir yandan Zagor'un geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan ünlü yaratıcısı Gallieno Ferri'yi anıyor, diğer yandan büyümek isteyen çocukların yürek gümbürtüsünü dinliyor.
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Seda Mit’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor. KuşBakışı ise bu ay Aslı Tohumcu’yu ağırlıyor. Yazarın çalışma masasının fotoğrafına bugünlerde üstünde çalıştığı yeni kitabı İstenmeyen Anneler’den tadımlık bir alıntı da eşlik ediyor.
SabitFikir’i nereden bulacağız?
Onur Atay
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Editörden
Ceyhan Usanmaz
Yakın bir zaman önce, birbirinden aslında tamamen bağımsız ama aynı zamanda birbiriyle bir o kadar da iç içe iki söyleşiye katıldık. Bunlardan ilki, 29 Mart salı günü gerçekleştirilen "Kriz\felaket zamanlarında yazmaya devam etmek" başlıklı söyleşiydi. Kadıköy’deki KargArt'ta, "devam etmek" temalı konuşmalar kapsamında gerçekleştirilen söyleşide çevirmen, editör ve eleştirmen Ahmet Ergenç, “kriz ve felaketler içerisinde edebiyatın, yazının nerede durduğuna dair, feci deneyimleri edebiyatta anlatma imkanı ve imkansızlığı üzerine bir konuşma” yaptı. Söyleşinin tanıtımında şu ifadeler kullanılmıştı: “Bir felaket/kriz döneminde yazmaya devam etmek mümkün müdür? ‘Anlatılamaz derecede’ feci olan şeyleri edebiyat nasıl anlatır? Anlatırsa, hangi yolları izler? Bir tanık olarak yazar, tanık olduklarını dile nasıl tercüme eder? Yas ve öfke edebiyatta nasıl karşılık bulur? Ahmet Ergenç, bu sorulara felaket ve edebiyat üzerine yazan Walter Benjamin, Maurice Blanchot, Marc Nichanian ve Giorgio Agamben gibi teorisyenlerin düşünceleri eşliğinde cevap bulmaya çalışacak. Edebi örnekler olarak da Latife Tekin, Bilge Karasu, Birgül Oğuz, Şener Özmen, Murat Uyurkulak ve Murat Özyaşar gibi siyasi/toplumsal (ve bazen de şahsi) krizleri ele alan yazarların metinlerine bakacak.”
(Yazının tamamı için tıklayınız.)
Dosya yazısından
Ahmet Ergenç
Marc Nichanian, Edebiyat ve Felaket adlı çalışmasında edebiyatın “anlatılmayacak kadar feci olaylar” karşısındaki konumuna dair iyi bir çerçeve çiziyor. Özelde 1915 “felaket”ini (Nichanian “felaket” diyor), genelde de yaşanan feci toplumsal ve şahsi deneyimleri ele alarak şunu soruyor: Edebiyat, tanığın özne bütünlüğünü parçalayan, bu açıdan da bir anlamda tanığı ortadan kaldıran felaket durumlarını nasıl anlatabilir? Tanığın zihnini ve benlik duygusunu zedelemeye yönelik bir saldırı karşısında, tanığın dili de zedelendiği için, dil bu tanık olunan olayı nasıl aktarır? Nichanian’ın sorusunu aynen alıntılayalım: “Yazının ve tahayyülün Felaket’le eşit olması için ne yapmalı?” Buradaki asıl mesele şu; maruz kalan kişinin ancak haykırabildiği ya da çığlık atabildiği bir feci olay karşısında, edebiyat bu haykırış ya da çığlığı nasıl yansıtabilir? Olağan cümle kalıpları ya da hikaye etme modelleri, bütün olağanlıkların dışına taşan, bir anlamda dünyanın mantığını sarsan bir olayı anlatmaya yeter mi?
Nichanian felaketin bir “gaddarlıklar toplamı”ndan ibaret olmadığının, felaket durumunda mantığın ve aklın sarsıldığının, öznenin (eğer özneden geriye bir şey kalırsa) dünyayla kurduğu ilişkinin temel bir yara aldığının altını çiziyor. Yani, felaketi anlatmak için yaşanan gaddarlıkları, işkenceleri, cinayetleri vesaire sıralamak yeterli değildir. Sıralanırsa da, bu bir tanıklık-belgesi olabilir, edebiyat değil. Edebiyatın başka bir şey yapması gerekir; o başka şey de, dille kurulan özel ilişkide yatar. Yaşanan şiddet ve korkunçluk, dile de yansımalıdır. Bir anlamda dil de parçalanmalı, yaşanan şiddet ve katliam edebiyatı da parçalamalıdır. Parçalanan ya da silinen özne, edebiyata parçalanmış ya da silinmiş dil olarak tercüme edilmelidir. Nichanian bu minvalde şöyle diyor: Edebiyatın felaketi yansıtmasının tek yolu “edebiyatın başarısızlığa uğraması,” felaketin kendisi olmasıdır. Eğer felaket (işkence, katliam, şiddet) deneyimi özneyi sınıra taşıyor ve bozuyorsa, edebiyat da “dili kendi sınırlarına taşıyan bir edim” olmalıdır.
(...)
Yeni yorum gönder