“2000'li yıllardan sonra Türkçe edebiyatın kendisine yeni bir yol çizmeye başladığı bir gerçek. Genel anlamda hikaye ve roman türlerini göz önünde bulundurarak bu döneme ilişkin bir durum tespiti yapınca, eserlerde bazı ortak temaların ve kurguda bazı ortak arayışların ön plana çıktığını görüyoruz.”
SabitFikir dergisinin Nisan 2016 tarihli 62. sayısının dosya başlığı, “2000’li yıllarda yerli edebiyat”... Seval Şahin, dosya yazısında, bu yılların hikaye ve roman türlerinde verilmiş öne çıkan eserlerini inceleyerek cevaplanması mühim bazı sorular soruyor:
“Bu dönem edebiyatının kendisine çocuk anlatıcılar ve karakterler seçmesi, büyümemekte ısrar olarak düşünülebilir mi? Anlatının parçalı bir şekle bürünmesinde ve aforizmaların yaygınlaşmasında giderek parçalanan bir gündelik hayat ile sosyal medya arasında bir ilişki var mı? Eric Hobsbawm, yirmi birinci yüzyıl için ‘hız ve haz çağı’ diyordu. 2000’den sonraki Türkçe edebiyat da bu bağlamda bir ‘hız ve haz çağı’ ürünü mü?”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay çağdaş Türkçe edebiyatı her yönüyle kavramak isteyenler için edebiyatın kötü kardeşi eleştiriye kulak veriyor. Edebiyatımızın köşe taşları olan eleştiri kitaplarında geziniyor öncelikle.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Murat Miroğlu
“Donald Trump'ın anlattığı yılan masalını duydunuz mu?” diye soran Aysu Önen, Güncel sayfalarında, masalların araçsallaştırılmasını ele alıyor. “Masallar, alternatif bir evren sunuyor. Bu evrende hukuk yok, ahlakçılık ve ceza var. Eğer kurallara uyulursa ve bir de kurtarıcı çıkarsa sonsuza dek mutlu yaşama olasılığı var. Bu alternatif evren, bütün politikacıların, kapitalizmin ve dinin pazarladıkları gelecek.”
Dünyadan sayfalarında ise Mert Tanaydın, son ayların politik ve toplumsal gündemi dolayısıyla eline aldığı bir kitaba kendisini bırakamadığından dert yanıyor önce; ardından da bu ruh haline uygun bir kitapla tanıştırıyor bizleri: The Age of Earthquakes: A Guide to the Extreme Present (Depremler Çağı: Radikal Şimdiki Zaman İçin Bir Rehber).
Müge Karahan da Eleştiri sayfalarında sevdiği birini hastalıktan kurtarmak için yürümek üzere yollara düşen Werner Herzog’un hikayesinden ilhamla yerli edebiyatta rastladığımız yürüyen kahramanları hatırlatıyor. “Bunun ilk akla gelen örneği Aylak Adam. Daha yakın tarihli örneklerse, Ayhan Geçgin’in kaleme aldıkları...”
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Hanif Kureishi, Necati Tosuner, Birhan Keskin, Alberto Manguel, Julian Barnes, Chimanda Ngozi Adichie, Göktuğ Canbaba, Şule Gürbüz, Ned Beauman, John Kessel ve James Patrick Kelly, Julia Deck, Paul Harding ve Paul Poissel’in eserlerini güvenilir eleştirmenler Melisa Kesmez, Ali Bulunmaz, Osman Çakmakçı, Hayati Roman, Aydın Baran Gürpınar, Nazan Maksudyan, küçük İskender, Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, Yankı Enki, Gökçe Gündüç, Irmak Zileli ve Burcu Bayer yorumluyor.
Levent Cantek, GrafikRoman sayfalarında Türkiye'de ergen kadın hikayelerinin neredeyse hiç anlatılmadığını belirtip, bu konuyu ele alan Ghost World’ü her edebiyatsevere öneriyor; “ergen kadın hikayeleri nasıl anlatılmış okumak gerek...”
Hilmi Tezgör de, Müzik sayfalarında son dönemde sayıları artan müzisyen biyografilerine göz atıyor; ama henüz Türkçeleştirilmeyen Nina Simone biyografisi What Happened, Miss Simone?'a öncelik tanıyarak... Tezgör’e göre, "Nina Simone, popüler müziğin yüz yılı aşkın geçmişinde çok sıradışı bir figür. Bir büyük ses. Yeteneği, yaşantısı ve duruşuyla bir büyük sanatçı" çünkü.
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Ömer Faruk Yaman’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor. KuşBakışı ise bu ay Alper Canıgüz’ü ağırlıyor. Yazarın çalışma masasının fotoğrafına henüz yazmakta olduğu yeni romanı Kan ve Gül’ün başlangıç paragrafları eşlik ediyor.
SabitFikir’i nereden bulacağız?
Nora Yeksek
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Editörden
Ceyhan Usanmaz
Her yılbaşı olduğu gibi, o yılbaşı da, tutamadığımız sözler verdik kendi kendimize. Ocak ayı boyunca ite kaka sürdürebildiğimiz, belki şubata ancak sarkabilen kararlar... Ama o yılbaşı, her zamankinden daha büyük kararlar almış, sözler vermiş olabiliriz; ne de olsa yalnızca bir yıl değil, bir yüzyıl da değiştiriyorduk. Hepimiz için bir ilkti. (İkinci yüzyılını değiştiren var mıydı o zaman dünyada? Kaç kişi?) Ve ilk olduğu için de hem heyecanlıydık hem de bir bilinmezlik korkusu vardı aklımızın bir köşesinde. Mesela, aslında birbirimize daha yeni yeni ısındığımız bütün bilgisayarların çökeceği ve uygarlığın basit bir program hatası yüzünden sona ereceği haberleri yayılmıştı. Ayrıca, Maya takvimine göre dünyanın sonunun geleceği tarihin içinde olduğu bir yüzyıldı adım attığımız: 21/12/2012. Bu felaketlerin hiçbiri gerçekleşmedi belki ama güllük gülistanlık bir 16 yıl geçirdiğimizi söylemeyiz. 1 Ocak 2000 sabahı her şey birdenbire değişmedi belki ama dünyada ve Türkiye’de, etkilerini bugünlerde de yakından hissettiğimiz olaylar yaşadık/yaşıyoruz.
(Yazının tamamı için tıklayınız.)
Dosya yazısından
Seval Şahin
2000’li yıllardan sonra Türkçe edebiyatın kendisine yeni bir yol çizmeye başladığı bir gerçek. Bunun neden böyle olduğu ve eleştirisi belki ayrı bir yazı konusu; benim buradaki amacım ise, 2000’li yılların Türkçe edebiyatı hakkında -hikaye ve roman türlerini göz önünde bulundurarak- bir durum tespiti yapmak, ki böyle bir durum tespiti bile mutlaka eksikleri barındıracaktır. Bu sebeple, daha baştan, tüm unuttuklarım ve eksikliklerim için özür dilerim.
Yazımda durum tespitini temalar ve kurgu aracılığıyla iki kısımda yapmaya çalışacağım. Temalar ile başlayalım:
12 Eylül, yeniden…
12 Eylül, 2000’den sonra yazarların rağbet ettiği bir tema olarak yeniden görünür hale geldi. 80 darbesi ertesi hayatın sıkıştırılmışlığıyla çoğu çocuk ya da ergen yaşta bulunan ve bu dönemin izleyicisi durumunda olan günümüz kuşağı yazarları 12 Eylül anlatısı üzerinde durmaya başladılar. Ayşegül Devecioğlu’nun 2004 tarihli Kuşdiline Öykünen ve İbrahim Yıldırım’ın 2003 yılında yayımlanan Bıçkın ve Orta Halli gibi romanlarıyla sadece günümüz yazarlar kuşağını değil, bir önceki kuşağı da ilgilendirmeye devam eden 12 Eylül teması özellikle kadın yazarların metinlerinde daha görünür hale geldi. Ayfer Tunç’un Suzan Defter’inde arka planda yer almasına rağmen kahramanların yaşayış ve zihinleriyle birleşen, o döneme dair bir hissettirme şeklinde ortaya çıkan bu anlatı şekli (yani olanın hissettirilmesi) anlatılarda rağbet edilen bir durum halini aldı. Alper Beşe, Türker Ayyıldız, Mahir Ünsal Eriş, Melisa Kesmez gibi yazarlar arka planda 12 Eylül’ün olduğu, bazen bir akrabanın bazen bir tanıdığın etkilendiği ve bunun ne olduğunun sonradan anlaşıldığı 12 Eylül anlatıları kaleme aldılar. Burhan Sönmez ve Murat Uyurkulak da 12 Eylül’ü anlatılarına yerleştiren yazarlar arasında yer aldılar. Onların da konusu 12 Eylül olmasına rağmen Murat Uyurkulak Tol’da darbe dönemini çokkatmanlı ve çoksesli bir anlatıya dönüştürüp eserini metaforlarla kurulu bir göndermeler haline sokarken; Burhan Sönmez, anlatıcıların birbirlerine anlattıkları hikayelerle aslında yine çokkatmanlılıkla ancak mümkün olduğunca metaforlardan uzak bir 12 Eylül anlatısı kurdu. Diğer taraftan Mine Söğüt Şahbaz’ın Harikulâde Yılı 1979’da, Figen Şakacı Bitirgen’de, Ece Temelkuran ise Devir’de 12 Eylül darbesi gerçekleşmeden hemen önceki zaman dilimini anlatılarına yerleştirdiler.
(...)
Yeni yorum gönder