Son günlerde popülerleşen Doğu Ekspresi, hızla kendi mitolojisini yarattı. Yeni bir tren yolcusu beliriyor artık; tren ve içinde geçirilen zaman arzu nesnesine dönüşüyor ve başkalarını da kompartımana çağırıyor. SabitFikir’in Nisan 2018 tarihli sayısında Aysu Önen, insanın her çağda yeniden icat ettiği ve farklı anlamlar yüklediği trenlere bindiriyor okuru. Bu trenlerin kurdurduğu gelecek hayallerine bakıyor. Viktoryen dönemden Fütürist tren tasvirlerine uzanan yolculukta, kurmaca trenlerin edebiyatta sırtladığı bol yüklü vagonların kapısı aralanıyor. Raylar Dickens’tan Tolstoy’a, China Miéville’den Colson Whitehead’e uzanan rotalar buluyor.
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi KararsızOkur infografiği de, her zamanki gibi kapak konusunu destekliyor: Murat Can Aşlak’ın hazırladığı ve Onur Atay’ın resimlediği KararsızOkur, bu ay, tren raylarıyla edebiyatın kesişim noktalarını sıralıyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın, edebiyatla arası iyi olmayanlar tarafından zaman zaman bir “alayla” da kullanılan “tuğla roman” tabirinin, metinlerin giderek kısaldığı hız çağında neye tekabül ettiğini, çağdaş edebiyatın “hacimli” romanlarını ele alarak sorguluyor. Mathias Énard’ın Mıntıka’sı, Mark Z. Danielewski’nin Türkçede çıkar çıkmaz büyük ilgi gören Yapraklar Evi ve Jonathan Franzen’ın Sel Yayınları tarafından yayına hazırlanan Saflık’ı (Purity) söz konusu “tuğla kitaplar” arasında. Fotoğraf bölümünde Merih Akoğul da bu ay, Derya Bengi’nin Sazlı Cazlı Sözlük alt başlığıyla yayımlanan ve popüler kültür tarihimize dair bolca fotoğraf ve belge içeren arşivlik çalışmalarını bir arada değerlendiriyor "Şimdiki Zaman Beledir": 50’lı yıllarda Türkiye ve "Dünya Durmadan Dönüyor": 60’lı yıllarda Türkiye. Şahsen tanık olmadığımız dönemleri, fotoğraflar, afişler, kitap kapaklarıyla yeniden yaşamanın hazzını analiz ediyor.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Ursula K. Le Guin, John Freeman, Juan Carlos Onetti, Rachel Seiffert, Samuel Beckett, Herman Melville, Selahattin Özkan, Christopher Golden, David Mitchell, Kurt Schwitters, Cem Akaş, Roger Luckhurst ve Erlend Loe’nin yeni yayımlanan eserlerini, güvenilir eleştirmenler Seda Ateş, Armağan Ekici, A. Ömer Türkeş, Gökçe Gündüç, Bülent Usta, Yılmaz Şener, Sedat Demir, Ceyhan Usanmaz, Kahraman Çayırlı, Ali Bulunmaz, Ece Çavuşlu, Melisa Kesmez ve Burcu Bayer yorumluyor.
BaşkaDünyalardan bölümünde, Yankı Enki ile Alican Saygı Ortanca korku, bilimkurgu ve fantastik edebiyat gündemini özetliyor; Oscar alan ilk bilimkurgu filmi Suyun Sesi, merakla beklenen çizgi roman uyarlaması Avengers: Infinity War ve Stephen King tarzı korkuyu günümüzde farklı mecralarda temsil eden yapıtlara değiniyor.
ÇizgiRoman sayfasında Levent Cantek ise, zamana yayılmış bir ergenlik aşkının öyküsünü minimal çizgilerle ve gerçekçi bir tonda anlatan, Manuele Flor imzalı grafik roman Saniyede Beş Bin Kilometere’yi türün takipçilerine hararetle öneriyor.
Özel Kütüphaneler bölümünün bu ayki konuğu, İTÜ bünyesinde yer alan ve müzik konusunda benzersiz bir araştırma sunan Müzik İleri Araştırmalar Merkezi Kütüphanesi.
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Geray Gençer’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
Editörden // Kendine ait bir ritüel
Bir süredir, uzunca süren bir tren yolculuğu yapmadım. Ama bir zaman, mekik dokuduğum İstanbul-Ankara arasında –Fatih Ekspresi’ndeyken– sürekli düştüğüm kararsızlığı unutmuş değilim. Gece boyunca kitap mı (illa bir klasik) okumalıyım, yoksa camın ardındaki karanlığa mı bırakmalıyım kendimi? (Gözüm, zaman zaman karanlığa bakan yüzümün yansımasına da takılırdı ister istemez...) Sonuçta her ikisini de yapmaya çalışır, kararsızlığın yorgunluğu ve yemekli vagonun da etkisiyle, sabahın köründe Eskişehir istasyonundan Ankara’ya doğru ayrılırken uykuya teslim olurdum genellikle. (Dönüşlerde, nedense otobüsü tercih ederdim; İstanbul’a dönüşü daha az sevmezdim oysa!) O zaman için imkan yoktu belki ama şimdi olsa mesela bir de “selfie” çekmek için yorar mıyım kendimi emin değilim. Belki de her “ekspresin” kendine ait bir ritüeli vardır...
Türkiye’deki en uzun demiryolu hatlarından biri olan Ankara-Kars arasında gidip gelen Doğu Ekspresi’nin son zamanlarda artan popülerliğine hepimiz tanıklık ediyoruz. Yaklaşık bir buçuk gün süren bu yolculuk, artık başka bir “imajla” yer alıyor hafızalarımızda. İşte biraz da bu güncellikten yola çıkarak “kurmaca trenlere” ilişkin bir dosya hazırlamak istedik. Ama Aysu Önen’in yazısından da bir kez daha anlaşılacağı gibi, trenler, aslında hiçbir zaman güncelliğini yitirmiyorlar zaten.
Colson Whitehead’in bol ödüllü romanı Yeraltı Demiryolu halen hafızalarımızdaki yerini koruyor olabilir ama “bu konudaki” en güncel kitap, China Miéville’in genç yetişkin kategorisindeki romanı Demirdenizi. Orijinali 2012 tarihli olan Demirdenizi, Türkçede geçen ay içinde Yordam Kitap tarafından yayımlandı. Okumaya başladık bile:
“Bütün manzaranın bir ucundan diğerine, ufuk boyunca bütün yönlerden gelip giden sonsuz, sayısız ray. Demirdenizi. Uzun düz hatlar, sıkı kavisler; metal, ahşap traverslerin üzerinde ilerlemekte; üst üste binerek, kıvrılarak, metal işi kavşaklarda öte yana geçerek; ana hatlara bitişip yeniden katılan geçici tali hatları ayırarak. Buradaki tren rayları, aralarında kilometrelerce işlenmemiş toprağı bırakacak şekilde yayılmakta; öte tarafta ise öyle yaklaşmakta ki Sham birinden diğerine atlayabilirdi, bu fikir onu soğuktan beter titretse bile. Birbirlerinden ayrıldıkları yerde, rayın rayla buluşmasının yirmi bin farklı açısında, mekanizmalar ve her türden demiryolu makası vardı: y biçimli makaslar; kesişen makaslar; kısa tali yollar; çapraz makaslar; tekli ve çiftli kayışlar. Ve bu makaslara yanaşmak için hep sinyaller, şalterler, alıcılar veya yer kontrol sistemleri.”
Ceyhan Usanmaz
Dosya yazısından...
"Tren, insanın her çağda yeniden icat ettiği, her yeni icadına hayran olduğu kadar kendine rakip gördüğü bir makine. İnsanüstü hızı ve gücü olsun ama insana baş eğsin. İnsanın hayal gücünden çıktığı için kurmaca var trenin özünde. Siyah beyaz kovboy filminin bildik sahnesidir: Demiryolu, uçsuz bucaksız Vahşi Batı’nın boynuna takılmış demirden tasma gibi uzanır. Beyaz adam, trene doğru dörtnala koşan bir at üzerinde sahneye girer. Bir süre başa baş giderler. Sonra, atının sadakatine de güvenerek, trenin üzerine atlar adam. O mükemmel makine artık ayakları altındadır. Tren-insan ilişkisini daha iyi anlatan bir sahne olamaz. Yeni trenler hayal edilecek, sonra o trenlerin efendisi olunacak."
Görseller: Geray Gençer, Fatih Öztürk, Muhammed Ali Üzen
Yeni yorum gönder