Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

SabitFikir'in ocak sayısı çıktı: Kişisel gelişim, geliştirir mi?



Toplam oy: 1315

İnternetin en çok okunan edebiyat eleştiri sitesi Sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisi, 2013'ün ilk sayısında "kişisel gelişim" kitaplarını ele alıyor.

 

Hasan Cömert ve Hakan Bıçakcı imzalarını taşıyan dosyada; kişisel gelişim kitaplarının yeni insan yaratma iddiası ve bunun bir endüstri haline gelmesi ile ürüne dönüşen "yeni insan"ın kendini pazarlama stratejilerini bulacaksınız. Hasan Cömert, kişisel gelişim kitaplarının yayın piyasasındaki konumlarını incelerken; eğitim danışmanları ve sosyologların görüşlerine başvuracak. Pascal Bruckner, Rainer Funk, Hal Niedzviecki gibi yazarların kitaplarından notlar düşen Hakan Bıçakcı ise, kişisel gelişim kitaplarının "mutluluk" kavramını nasıl değiştirdiğini ele alacak. 




Dosya çalışması bununla da kalmıyor: "Sokaktan" bölümünde Özgün Uçar, Ankara Kitap Fuarı'ndaki ziyaretçilere kişisel gelişim kitaplarını soruyor. Aysu Önen'in hazırladığı ve Sedat Girgin'in çizdiği "Kararsız Okur" bölümü ise, "Bana Mutluluğun Kitabını Önerebilir Misin?" başlığıyla, sizi mutluluğa ulaştıracağını iddia eden kitaplara ilişkin eğlenceli bir harita çiziyor.

 

 

 

Cesur kitap eleştirisi arayanlar, buraya!

 

 

SabitFikir'in ocak sayısı, yılın ilk kitap eleştirilerini güvenilir ellere teslim ediyor. Behçet Çelik, Amos Oz, Refik Halid Karay, Zadie Smith, Russell Potter, Ricardo Menendez Salmon, Cemal Şakar, Lewis Carrol, Meriç Eryürek ve Orhan Duru
eserlerini; Oylum Yılmaz, Burcu Arman, Hayati Roman, Aysu Önen, Nafer Ermiş, küçük İskender, Aykut Ertuğrul, Ömer Türkeş, Nazan Maksudyan ele alıyor. Cesur kitap eleştirisi arayanlar için...


SabitFikir'in 23. sayısında Sibel Oral'ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için hazırladığı "Okuma Listesi"nin yanı sıra; Türkiye'deki edebiyat etkinliklerinin dinamiğinin soruşturulduğu Canan Hatiboğlu imzalı "Sorduk" bölümünü bulmak mümkün. Bu sayıda ayrıca, Ayşe Çavdar'ın Suskunlar dizisine ilişkin eleştiri yazısını yazısını ve Altay Öktem ile Muhteşem Yüzyıl üzerine yapılan bir söyleşiyi okuyabilir; Cem Altınsaray'ın kendi el yazısı ile SabitFikir okularına önerdiği kitabın hangisi olduğunu öğrenebilirsiniz.


SabitFikir, Idefix ve Prefix'le ücretsiz

 

15.000 adet basılan SabitFikir'in göze çarpan kapak illüstrasyonu Onur Atay'a ait. Çizimlerimiz elbette bununla kalmıyor; sayfalarda dikkatli gezinenler, çok sayıda genç çizerle tanışıyor.


Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı SabitFikir, Idefix ve Prefix paketleriyle ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.

 

 

 


 

 

SabitFikir'in bu ayki Editörden yazısı:


BURUN DELİKLERİNİZDEN DÜZENLİ OLARAK GİREN O ŞEY


 

Burun deliklerimizden düzenli olarak havanın girmesi ve çıkması, takdir edilmek için yeterli bir emek ve beceri. Hem de, bu esnada bir yandan saçlarınız ve tırnaklarınız uzayacak, teniniz yağlanacak, kaslarınız kurşun askerler gibi her türlü emre hazır duracak ve bazı doğal dürtülerinizin peşine düşeceksiniz. Size ait olan her bir parça sürekli çalışacak. İletişim kuracak, anlaşacak ve sizi tuvalete götürecekler. İletişim kuracak, anlaşacaklar ve siz gözlerinizi kırpacaksınız. Her gün görünmez bir maestro gibi, evrende kalmanızı sağlayacaksınız; milyonlarca şeye hükmederek. Üstüne, bu hikaye başarıyla ve yıllarca böyle sürecek. Gerçekten bravo.


Gel zaman git zaman, parçalarınız oluru verecek ve toprağa karışacaksınız. Her gün düzenli olarak diş fırçalamak bile büyük sorumluluk iken, bir ömür düzenli nefes aldınız. Tebrikler. Bir de üstüne yemek yediniz, tuvalete gittiniz, heyecanlandınız, ağladınız ve öldünüz. Epey mesai. Daha ne yapacaktınız?


Biliyorum: Bu, çok karışık hayatlarımız için biraz basit bir düşünce. Gel gör ki, bir insanın evrende var olmasının bütün nedeni, bu ve buna benzer şeyler esasta. Nefes almak, nefes vermek. Yemek, uyumak.

 

Kafanızdaki denklemlerin ne de karışık olabileceğini tahayyul edince, evet, bayağı basit bir düşünce. Bu nedenle, reddetme refleksi gösterebilirsiniz. Şu an yaşamınızı adadığınız bazı engin hislerin adını tekrarlarken bulabilirsiniz kendinizi: "Hayır, hayatta olmanın amaçları var! Şu, şu ve şu." "Bazı doğal dürtülerinizin peşine düşeceksiniz" cümlesini biraz daha açmak, altbaşlıklarla donatmak mümkün elbette. Ama üzgünüm, nihayetinde aslında "sadece var olabilmek"ten çok daha fazlası yok. Hikayenin çerçevesi çizili: Akciğerini beslemek, mideni beslemek ve bağırsağını rahatlatmak. Sonra da, toprakla bir olmak.



Hal böyleyken, neden birtakım sanal gündemler, sanal çatışmalar ve var oluş mahiyetimize uymayan hedefler peşinde, sınırlı ömürlerimizi heba ediyoruz? Burun deliklerimizden düzenli olarak havanın girmesi ve çıkması, takdir edilmek için yeterli emek ve beceriyken?



O İNSAN ASLINDA SİZSİNİZ TABİİ



"Sanal çatışmalar ve varoluş mahiyetimize uymayan hedefler", havalı ve muğlak bir ifade. Açalım.


Mesela; sevgi, bağlılık. Bu hisleri hangi canlıya veya cansız nesnelere armağan edebilecekken, bazen fütursuzca üzerinde beyaz elma işareti olan bir şeye adayıveriyoruz. Ama o elmalı şeyin, sevgi ve bağlılık verme kabiliyeti yok tabii. Alış ve veriş düzleminde bir keyfiyet göstermesi gereken bu hislerin karşılığını bir türlü alamaz hale geldiğimiz için, gittikçe daha yalnız ve gittikçe daha bağımlı ve gittikçe daha AVM'li oluyoruz.

Mesela, takdir edilme, onaylanma arayışı. Biz daima "en başarılı", "en cool" ya da "en hot" olabilmek istiyoruz. Takdir edilmek için! Oysa söyledim ya, burun deliklerinden düzenli olarak havanın girmesi ve çıkması, takdir edilmek için yeterli bir emek ve beceri.(Ölümüne birkaç saniye kaldığında, en değerli olan bu olacak çünkü.) İşte "Nasıl "o" insan olabilirsiniz?" , "Nasıl sevilebilirsiniz?", "Nasıl takdir edilebilirsiniz?" soruları etrafında dönen ve bilinçaltınızla oynayan o sanal gündemlerin en basit iki örneği... Size sizi gösteriyor ve nasıl "o insan" olabileceğinizi anlatıyor. "O" insan aslında sizsiniz tabii.


Bu dinamiklerin nasıl yaratıldığı, bizlerin nasıl da bu dinamiklerin bir parçası oluverdiğimiz ve en önemlisi, bizi bu dinamiklerin içinden çıkarmadan, hatta tam da göbeğine konumlayarak nasıl daha mutlu olabileceğimizi anlatan bir koca sektör -kişisel gelişim- bu ayki kapak konumuz. Hasan Cömert ve Hakan Bıçakcı imzalı. Atlamayın derim.

 

Elif Bereketli

 

 

 


 

 

İşte dosya çalışmasından bir tadımlık:

“İhtiyaç toplumu” yerini “arzu toplumu”na bırakalı epey oluyor. Çağın ideal insanı ihtiyaç duymuyor; o artık arzu ediyor. Zaten bu oyunda işlerin yolunda gidebilmesi için arzuların ihtiyaçları gölgede bırakması şart. Bir ürünü işini görmesi için değil, yeni çıktığı için satın almalısın örneğin. “Yeni” patlangacı sahip olduğun her şeyin köşesinde yanıp sönmeli. Bir şeye ona ihtiyaç duyduğun için değil, onunla kendini daha iyi hissettiğin için sahip olmalısın. Rahat giysilerini bile onlarla rahat ettiğin için değil, onların içinde rahat göründüğün için tercih etmelisin. Modasının ne zaman geçeceği planlanmış ürünler pazarında bir yeni modelden bir daha yenisine, dallara tutuna tutuna ilerleyen maymunlar gibi, atlamalısın. İşte buna “arzu stratejileri” deniyor. Ve bu konunun uzmanları kitle aklını kullanma işini iyi beceriyorlar. Aklınla işin bittiği için sana da kalbinin sesini dinlemek, yüreğinin götürdüğü yere gitmek, düşünmek yerine hissetmek kalıyor. Arzu stratejilerinin ışıldayarak işlemesi için mantığını bir kenara bırakıp markalarla birbirinden duygusal bağlar kurman gerekiyor. Zaten popüler kültürün çağın insanına fısıldayıp durduğu da kişinin selametinin doğal içgüdülere güvenmekten geçtiği. Böylece her türlü bilimsel yaklaşım, sorgulama pratiği ve rasyonel düşünce sıkıcı damgası yiyip modası geçenler deposuna kaldırılabiliyor. “Duygunun romantizmi” yine “akıl dışı güçler”e teslim oluyor.


Söz konusu yeni insan, özgür hissetmek ve kimliğini oluşturmak için her geçen gün şirketlere biraz daha bağımlı hale geliyor. Ürünlerle duygusal bağ kura kura sonunda kendisi de bir ürüne dönüşüyor. Böylece düzenle entegre olunuyor. Sistem, sistemin kurallarına uyum sağlamayanlara bile uyum sağlıyor. Onlar için daha marjinal, daha alternatif, daha anarşist modeller üretiyor. Bu öyle bir tezgâh ki, vaktiyle aile arabalarına dadanan konformist çoğunluğa isyan eden çiçek çocuklara çiçek gibi otomobiller, minibüsler, karavanlar satmış. Sonuç olarak öngörülebilir tüketiciler gibi davranan her ürün-insan, şirketlerin yönettiği ülkeler için ideal müşteri.

ÜRÜNE DÖNÜŞEN İNSANIN KENDİNİ PAZARLAMA STRATEJİLERİ
(YENİ İNSAN’IN SANAL HALİ)


Artık insanlar vatandaş değil tüketici. Onlar hak değil ayrıcalık peşinde. Bu saatten sonra onları kurumsal rolleri kesmiyor. Faydalı, başarılı, üretken, iyi olmak kimin umurunda? Artık herkes özel olmak istiyor. Kendini ürün gibi gören insan, kendini ürün gibi pazarlama ihtiyacı duyuyor. Tüketici bakış açısı, bir noktadan sonra kendini de tüketilecek bir ürün olarak görmesine neden oluyor. Ve bu ürünü pazarlamanın en etkili mecralarından biri olarak da sosyal medyayı gözüne kestiriyor.


İnsanların sanal alemde kurduğu, elektrikle çalışan taze imparatorlukta var olmak için düşünmek değil görünmek gerekiyor. Görünüyorsun, öyleyse varsın. Alınteri çağı bitti, gösteri çağı başladı. Gösteri her sabah yeniden başlıyor. İnsanlar özelleştiler, halka açıldılar, kamuya mal oldular. Onlar artık her türlü mahremiyetten gönüllü olarak vazgeçerek kendilerini düzenli aralıklarla ihbar ediyorlar. Özgürlük eskiden zincirleri kırmak, bağları koparmak demekti. Günümüzdeyse özgürlük bağlantıda olmak. Ve aramızdaki bağlantı, internet bağlantısından ibaret. Modemin ne kadar kuvvetliyse ilişkin o kadar sağlam. Çağın izole edilmiş, açgözlü, manipülasyona aşırı yatkın insanlarına sanal alemin vitrininde taklalar attıransa, aslında eski moda motivasyonlar: Toplumda yer edinme hırsı, onay açlığı ve üstünlük kurma istemi... 


İnsan, doğası gereği olduğundan başka biçimde görünür. Jung, insan doğasının tutarsız olduğunu ama bir rolü oynarken tutarlı görünmek zorunda kaldığını söyler. İşte bu noktada “persona” yani maske devreye girer. Banka müdürü bir baba düşünün. İşyerinde müdür, evde baba personasıyla varlık gösterir. İkisi aynı kişi değildir. Twitter ve Facebook gibi sanal ortamlarda da insan kendine kaçınılmaz olarak ayrı bir persona yaratır. Bu maske o kişiyi temsil etmez. O kişinin kendini alelacele stilize ettiği bir başka benliktir. Göründüğünden daha güzel, olduğundan daha zeki ya da en azından öyle olmaya çalışan bu fotojenik benliği kurmak için de insanlık klişelerin garantici üslubuna sığınır. Çünkü klişe kolaydır. Temelinde düşünce değil alışkanlık yatar. Düşünmeyip hisseden, aklına değil içgüdülerine güvenen yeni insan için biçilmiş kaftandır. Üzerine tam oturur.


Karl Marx’a göre modern kapitalist toplum teknolojiye yalnızca üretim açısından değer vermekle kalmaz, teknoloji tarafından üretilen nesnelere, insan varlıklarına göstermesi gereken saygıyı göstererek tapar. Şimdi teknoloji marifetiyle kurulan sosyal medya ilişkilerini, bizi birbirimize bağlayan çoğu elma logolu “teknoloji harikası” aletleri aklınızda tutarak Marx’ın, ta 1844 yılında kaleme almış olduğu şu satırlara bir göz atın: “Böyle bir toplumda, insanlar birbirlerini gerçek bir değeri olmayan araçlar olarak görürken, makineler çok yüksek bir değer kazanıp insanların taptığı amaçlar olup çıkar. Böyle bir toplum insanları birbirlerine yakınlaştırmak yerine, her birini diğerinden yalıtılmış küçük adacıklar haline getirir. İşte böyle bir toplum yabancılaşmış toplum, bireyleri de yabancılaşmış insanlardır.”


Andy Warhol’un “Gelecekte herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” lafını düşünün sonra. Bu 15 dakikayı hep kısa bir zamanın metaforu sandık halbuki bugün Twitter’da gerçekten de 15-20 dakikalığına “trend-topic” olan kişiler var.


Kabaca ve yer yer kabalaşarak ifade etmeye çalıştığım yeni insan ve onun sanal temsil biçimleri üzerine dağınık düşüncelerimi, bu mevzular üzerine yazılmış sarsıcı ve zihin açıcı üç kitabın desteğiyle toparlayarak ve ayrıntılandırarak sürdürmeye çalışacağım. Bu kitaplar:  “Ömür Boyu Esenlik”, “Ben ve Biz” ve “Dikizleme Günlüğü”.

 

Hakan Bıçakcı

 


 

 

SabitFikir'i nereden bulacaksınız? Tıklayın!

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.