Hemen her sanat dalında karşımıza çıkan kadim bir savaş iyi ile kötü arasındaki. Yine de her defasında hiç sıkılmadan, “Ben bu hikayeyi biliyorum zaten” demeden dinlemeye, izlemeye ya da okumaya devam ediyoruz... Peki bu savaşın bir tarafı olan kötülere/kötülüğe Türk edebiyatı açısından bakarsak; Türk edebiyatında da alçak kahramanlar, şeytani karakterler var mı? Türk edebiyatının da karanlık sayfaları, bir yeraltı ve gerçek kötüleri vardır elbet ama ne kadar özgündürler, ne kadar inandırıcıdırlar mesela? Bizim niçin bir Moriarty’miz, bir Patrick Bateman’imiz, bir Kayıp Cennet’teki Şeytan’ımız yok? Marquis de Sade’ı, Lord Byron’ı, Comte de Lautréamont’u birbirine bağlayan göbek bağı misali “yüce kötü” bizim kültürel sermayemizde kendine niçin bir akraba bulamadı?
Sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin 2014’teki ilk sayısının dosya konusunda Fatma Cihan Akkartal, işte bu soruların cevaplarını arıyor.
“Türkiye’de 90’ların başından bu yana kültürel temsiller ve popüler kültür figürlerinin bir dönüşüm yaşadığını kabul edersek, bu dönüşümün edebiyat alanında kendini nasıl gerçekleştirdiğine bakmak anlamlı olabilir. Şerif Mardin’in en geniş haliyle 1984’te ortaya koyduğu, Türk kültür sahnesinde kötünün, insanın karanlık yönünün (bir otosansür mekanizması ile) bastırıldığı ve Türkçeleştirilemeyen daemon’un, temsil ettiği gizil gücün imkanlarından yararlanıl(a)madığı yönündeki tezinin 2000’lerin başlarında tekrar gündeme gelmesi de belki bu bağlamda değerlendirilebilir.”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Kötülükle ilgili çerçeveyi, dünya edebiyatına yönelip genişlettiğimizde dünden bugüne sayısız örnekle karşılaşıyoruz; klasiklerden yeraltı edebiyatına, bilimkurgudan fantastik kurgulara hepimizin içinde bulunduğu söylenen o kötülüğü temsil eden karakterlerle tanışmak için okları izleyin! Kararsız Okur'u her zamanki gibi Sedat Girgin resimledi.
Ayşe Çavdar da bu sayıda EdebiyatDışı’na Bülent Somay’ı konuk ediyor... Bülent Somay, kötülük ve iyiliğin birbirlerine karşıt olarak görülemeyeceğini çünkü mutlak iyinin zaten hiç olmadığını söylüyor.
“Kötülük ve iyilik birbirlerinin karşıtları değiller. Eğer birbirlerine karşıt olarak konumlarsak ortaçağ Hıristiyan etiği üzerinden konuşuyoruz demektir. Bugün artık o paradigma içerisinde değiliz. Çağdaş edebiyat artık tam da bunların aynı yerde bulunduğunu bize söylüyor.”
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Hasan Cömert Sinema sayfalarında henüz duyurusu bile yapılmamış yerli uyarlama film projelerini ele alırken, Mert Tanaydın da Dünyadan sayfalarında özellikle Nobel’le birlikte 2013’te edebiyatın parladığı bir ülke konumuna gelen Kanada’dan ve elbette edebiyatından söz ediyor. FikriSabit’in gündeminde ise F klavye meselesi var.
Mert Tugen
Yakın bir zaman önce Salinger’ın üç yeni hikayesi internette dolanmaya başladı; Kaya Genç, işte bu üç hikayeden yola çıkarak, “Acaba Salinger, bu yeni hikayelerde ne ölçüde ‘kendisi’ olabilecekti” sorusunun peşinden gidiyor. Nazan Maksudyan Elif Şafak’ın yeni romanı Ustam ve Ben’i değerlendirirken, Gökçe Gündüç de Haruki Murakami’nin Türkçede yeni yayımlanan Koşmasaydım Yazamazdım kitabına değiniyor.
Barış Müstecaplıoğlu, Mehmet Bilâl, Naime Erkovan, Fırat Cewerî, Arnon Grunberg, Hermann Broch, Octavia Butler ve Sunullah İbrahim’in yeni yayımlanan eserlerini güvenilir eleştirmenler Sevin Okyay, küçük İskender, Burcu Bayer, Selçuk Uygur, A. Ömer Türkeş, Hayati Roman, Yankı Enki ve Aykut Ertuğrul yorumluyor.
ŞahaneBirKitap’ta Oylum Yılmaz, üçüncü cildinin yayımlanmasıyla birlikte Türkçede de tamamlanan Grafik Kanon’u ele alırken, Ceyhan Usanmaz da iki Venedik kitabını “karşılaştırmalı eleştiri”ye tabi tutuyor. Burcu Arman’ın tanıttığı kitap ise, Şafak Uykusundaki Kent: Harput.
Suavi, Keşfet bölümünde SabitFikir okurlarına kendi el yazısıyla Goethe’nin Faust’unu önerirken, Karne sayfalarında bu ay Libris Lipum ile Bila Perva’nın notları bıraz kıt!
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Sedat Girgin’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil, iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir'i nereden bulacağız?
Ezgi Bıçakçı
Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz. SabitFikir, Idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Dosya yazısından
Velev ki romanımız gecikmiş bir roman, modernleşmemiz gecikmiş bir modernleşmedir; “kötü çocuk”un kendisi de yalnızca Türk edebiyatında değil, genel olarak modern edebiyatta önüne geçilmez biçimde “gecikmiş” bir karakter değil midir? Antikahramanın modern edebiyatta ilk (ya da Rameau’dan sonra ikinci) olgun örneği Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı’nın, yüce ve soylu kötüden kesin olarak ayrıldığı nokta “Puşkin’e ya da Lermontov’a, daha kötüsü Rousseau’ya ya da Byron’a borçlanmadan konuşamadığını” (Kötü Çocuk Türk, s. 79) fark ettiği ve kendi basmakalıplığından ötürü kendini alçalmış hissettiği andır. Kendinden önce gelenle arasına ironik bir mesafe koyamadıkça, daha doğrusu kendi gecikmişliğinin farkına varamadıkça özgünlük, inandırıcılık, antikahraman için bir sanrıdan ibaret kalır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’undaki Suad, Nurdan Gürbilek’e göre Türk edebiyatının az sayıda gerçek kötülerinden biri, bir alçak kahraman olarak pek inandırıcı değildir. Tanpınar’ın da bilincinde olduğu bir taklittir, Beethoven eşliğinde intiharı dahi çeviri bir intihardır. Kötülüğü fonksiyoneldir, kötüyü temsil etmekle görevlendirilmiş, görevini tamamlayınca Dostoyevski’nin Stavrogin’inin sonunu manidar biçimde çağrıştıran bir intiharla sahneden ayrılmıştır. Hınç dolu, alaycı, yıkıcı bir itkiyle var olan ve sonunda kendi kendini yok eden Suad’ın sahneden ayrılmasıyla, Hikmet Benol’un, Turgut Özben’in, Muannit Sahtegi’nin ve aynı yeraltını, aynı alçak pozisyonu paylaştığı bu “kötü çocuklar” ile postmodern diyebileceğimiz bir ironide buluşmayan, Gürbilek’in deyişiyle “başka bir yoldan giden,” bu kez 10 Kasım sirenleri eşliğinde kendi kısa ve ani intiharıyla Suad’ın intiharına yanıt veren Zebercet’in dolduracağı bir alan açılmıştır.
Kötüler repertuvarı
1970’ler işte bu aşağılık ya da yanlış adamları edebiyat sahnesine çıkaradursun, Hasan Bülent Kahraman, kötülükle ilişkisini Bataille üzerinden kurduğu yeraltı edebiyatının 90’larda yükseldiğinden bahseder, demiştik. Nurdan Gürbilek, buna paralel olarak ele alınabilecek başka bir fenomenden, pop kültürümüzde 1990’ların ikinci yarısına tarihlenen bir kötüler repertuarının ortaya çıkışından söz ediyor (Kötü Çocuk Türk, s. 91). Dönemin popüler televizyon dizilerinin ve karikatürün kötü kahramanlarını örnekleyerek Türkiye’de ilginin bu dönemde fakir ama gururlu, mağdur, çileli ve masum karakterlerden karanlık ve kötü olana kaydığını ileri sürüyor. Fakat 90’lı yıllarda “kötü çocuk”un çilesi de farklılaşıyor. İçinde barındırdığı yıkıcı itkiyi şimdiye dek kendisini hapsetmiş olan kültürel-felsefi geleneğe yönlendiren, borçlu olduğu öncellerinden kendini ayırmak için bilinçli bir karikatürleşmeye gitmiş olan kötü çocuk, artık başka bir kötülük tarafından çevrelenmiştir. Kendini kurumsal, sıradan, bayağı kötünün yerleşik olduğu bir dünyada var etmek mecburiyetinde (Kötü Çocuk Türk, s. 92). Üstelik, kötünün ve özellikle ölümün temsili değil ama yansıtılışının, son derece saldırgan bir medya anlayışıyla dönüşüm geçirdiği, bu dönüşümden bağımsız olarak da son derece karanlık ve şaibeli olayların sahne aldığı 90’ların Türkiye’sinde. 8 Mart 1990’da Hürriyet gazetesinde ilk sayfada yayınlanan Çetin Emeç’in kurşunlarla delik deşik edilmiş naaşının fotoğrafı ile Aralık 2000’deki Hayata Dönüş Operasyonu görüntüleri 90’lı yılları bir dehşet ve acı parantezine almıştır. 21. yüzyılın Türk edebiyatında kötü çocuğun açmazı, bu nedenle, artık bir üçüncü sayfa ya da daha kötüsü bir birinci sayfa haberinin solup gitmeye mahkum kopyaları olma durumuyla başa çıkmak mecburiyetinde oluşudur. Türkiye’de 90’ların başından bu yana kültürel temsiller ve popüler kültür figürlerinin bir dönüşüm yaşadığını kabul edersek, bu dönüşümün edebiyat alanında kendini nasıl gerçekleştirdiğine bakmak anlamlı olabilir. Şerif Mardin’in en geniş haliyle 1984’te ortaya koyduğu, Türk kültür sahnesinde kötünün, insanın karanlık yönünün (bir otosansür mekanizması ile) bastırıldığı ve Türkçeleştirilemeyen daemon’un, temsil ettiği gizil gücün imkanlarından yararlanıl(a)madığı yönündeki tezinin 2000’lerin başlarında tekrar gündeme gelmesi de belki bu bağlamda değerlendirilebilir.
...
Bülent Somay ile söyleşiden
İyilik ve kötülük nasıl kategoriler? Birbirleriyle ilgileri ne?
Kötülük ve iyilik birbirlerinin karşıtları değiller. Eğer birbirlerine karşıt olarak konumlarsak ortaçağ Hıristiyan etiği üzerinden konuşuyoruz demektir. Bugün artık o paradigma içerisinde değiliz. Çağdaş edebiyat artık tam da bunların aynı yerde bulunduğunu bize söylüyor.
Birbirlerini var ederek bulunduklarını…
Kesinlikle. Kötülük ve iyiliği birbirlerine karşıt kategoriler olarak görebilmemiz için önce mutlak iyi bir tanrıdan söz etmemiz gerekir. Ancak 18. yüzyıl sonu itibariyle o teolojinin dışına çıktık. Artık böyle tartışmamız mümkün değil. Ama bu, kötülüğün var olmadığı, kötünün aslında iyi, iyinin aslında kötü olduğu, ya da bunların göreli kavramlar oldukları anlamına gelmiyor.
...
sipariş verdiğim kitabım geldi ancak faturada yazan sabit fikir dergisi hediyedir yazısı bulunmasına rağmen kargo paketinin içinden çıkmadı..
Yeni yorum gönder