Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen Sözünü Sakınmadan 20 Haziran akşamı bir etkinliğe daha ev sahipliği yaptı. Keyifli bir ortamda gerçekleşen söyleşide eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş, edebiyatımızın en üretken kalemlerinden Selim İleri’yi konuk etti.
Sohbet, Selim İleri’nin 45 yıllık edebi yaşamının bir özetiyle açıldı. Semih Gümüş’ün “Yazar olarak geçen 45 yılın sonunda kendini mutlu bir yazar olarak görüyor musun?” şeklindeki sorusu üzerine İleri, “Evet görüyorum. Yolun başındayken insan öyle bir şey düşünmüyor. Yazma tutkusuyla başlayan bir şey bugüne kadar geldi. 45 yıl uzun bir zaman dilimi. Ben okurun verdiği destekle ayakta kaldığımı düşünüyorum. Şükran duygusu içinde teşekkür ederim. “
Selim İleri, ilk hikayesinin Vedat Günyol’un desteğiyle Yeni Ufuklar dergisinde yayınlandığını, fakat ilk kitabı Cumartesi Yalnızlığı’nı kimsenin basmak istemediğini anlattı. İstekli bir genç yazar olarak kitabının yayınlanması için teyzesinin kasasından para aldığını söyleyen Selim İleri, bastırdığı kitapları kimsenin almadığını ve dayısının deposunda kaldığını, 70’li yıllarda ise bittiğini aktardı.
Bugün bambaşka bir yayın ortamı var
İleri’nin geçmişten aşk ve coşkuyla söz ettiğine dikkat çeken Semih Gümüş yazardan, o yıllardaki edebiyat ortamıyla bugünkünü karşılaştırmasını istedi. Aradaki farkın derin olduğunu belirten Selim İleri, “O yıllarda belli başlı edebiyat dergileri 6-7 taneydi. Üç bin civarında satan Yeni Dergi, Yeni Ufuklar, Hisar Dergisi, Türk Dili, Varlık vardı. Ataç, o yıllarda kapanmıştı. Yeni edebiyat gençlerinin var olma derdi bu dergilerdi. Üç bin satacağınızı bilerek yola çıkıyordunuz, ince eleyip sık dokuyarak basarlardı. Bugün bambaşka bir yayın ortamı var. Artık tamamen satış endeksli ve satış için her şeyin mübah sayıldığı bir dönem. Benim kuşağım için uzak ve anlaşılmaz. Sanıyorum has okurların kafasında anlam taşıyan isimler Behçet Necatigil, Kemal Tahir gibi insanların önem verdikleri, yazdıklarının iyi olma mücadelesiydi. Edip Cansever’in bir tek cümle için bedensel acı çektiğini biliyorum.”
Ömer Türkeş’in geçmiş dönemlerde, genç yazarların eleştirilerinin çıkmasının kendisini memnun edip etmediği sorusu üzerine İleri, “18 yaşında, adının anılması bile çok sevindirici bir şey. Tarık Dursun’un bir kitap tanıtma sayfası vardı. Beyoğlu'nda bir kitapçısı vardı. Oraya sık gelip giderdim, eşiyle sohbet ederdik. Onun etkisiyle sanırım Milliyet’te bir yazı yazmıştı, çok sevinmiştim. Cumartesi Yalnızlığı’yla ilgili ilk yazıları aynı kuşakta olduğumuz yazarlar Nihat Behram ve Nedim Gürsel yazmıştı.”
Beslendiğim kaynak, doğrudan doğruya yaşamın kendisi
Selim İleri, Semih Gümüş’ün söylediği “Siyasal bakış açın edebiyatı etkilediği zaman, farklı bakabiliyorsun, önceden beğendiğin yazarı beğenmeyebiliyorsun” şeklindeki cümlesine ise “Öyle olması gereken bir şey” olarak karşılık verdi. “Türkiye’de çok az insan sağduyusuyla davranıyor. Benim için bu alanda çok değer verdiğim eleştirmen, Füsun Akatlı’dır. Kafes’le ilgili çok güzel bir yazı yazdı. O dönem birbirimize dargındık, ona rağmen güzel bir yazı yazdı. Bu da kitaba gösterdiği değerdir.”
Gümüş’ün ilk gençlik yıllarındaki öykücü kimliğinden koptuğuna yönelik yorum üzerine ise İleri, öyküden kopmadığını ama yayınlamadığını belirtti. “Ben aslında yeni yüzyıla girerken türler arasındaki sınırların eskiye oranla kalktığını düşünüyorum. Marguerite Duras roman olarak yazıyor ama nereye kadar roman, nereye kadar otobiyografi? Sevgili filmini beğenmedi, kitabı Kuzey Çinli Sevgili olarak tekrar yazdı. ‘Bu berbat film beni, tekrar roman yazmaya zorladı’ dedi. Roman ya da öykü olsun diye bir düşüncem olmuyor. Sezgiyle, hisle oluyor.”
Son kitabını, bazı insanların kendisinde bıraktığı duygularla yazdığını ifade eden Selim İleri, Lale Dilek adlı karakterin kim olduğunu dikkatli okuyucuların çözebileceğini de sözlerine ekledi. En azından yola çıkarken beslendiği kaynağın doğrudan yaşam olduğuna da değinen yazar, Ömer Türkeş’in aradaki yaşamların kendi kurgusu olduğuna dair yorumu üzerine, “Benim yetiştiğim zamanda, kendini yazmadığın vakit değerli sayılıyordu. Sonra değişiyor tabii dünya. Bugün edebiyatta gelinen noktada, çoğu kez insanın kendisinden yola çıktığı otobiyografik alan genişledi. Neden böyle olduğuna dair şöyle bir düşüncem var. 19. yüzyıl öyle yetkin bir noktaya gelmiş ki, onunla yarışmak çok zor.”
Selim İleri, hayat hikayesini roman haline getirmenin başka bir şey olduğunu da özellikle vurguladı. Aile hikayelerinin hepsinin roman olabileceğini de belirten İleri, bunun yazma şekliyle ilişkili olduğuna dikkat çekti.
Gerçekten sevindirmesi dışında ödüllerin çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum
Bugüne kadar kazandığı ödüllere de değinen İleri, “Dostlukların Son Günü, üçüncü hikaye kitabım… Hiçbir ödüle katılmak istemiyordum. Bu yüzden de hiçbir yer kitaplarımı yayınlamak istemiyordu, bu kitabı yayınlamadı kimse. Attila İlhan önce ‘Dosyayı gönder bakalım’ dedi. Sonra da “Bunu basacağız ama Bilgi Yayınevi’nin sahibi Ahmet Küflü, ‘Ödüllere katılırsa basarız.’ diyor’ dedi ve ekledi ‘Bana sorarsan bence de katıl’. ‘Katılayım sonra ne olacak?’ dedim, ‘Olur bir şeyler’ dedi. Bilgi Yayınevi o yıllarda Türkiye’nin çok önemli yayınevlerinden biriydi. Ödüle aday olanlar arasında Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı, Tomris Uyar filan var. Ama oradan ben çıktım. Ödül mekanizmasına hiçbir zaman inanmadım. Ödüllerin hepsi, birtakım hissi şeylerin sonucu olur. Buradan şanslı ben çıktım.”
“Milliyet Roman Yarışması… Jüri Başkanı Orhan Hançerlioğlu. Bu ödüle rumuzla katılıyorlardı, ama yine de fısıltılarla kim kimin olduğunu biliyordu. Sonunda benim tek adayım vardı, Selçuk Baran’ın romanı… Oktay Akbal’ın da müdahale edilmesiyle birincilik Orhan Pamuk’la Mehmet Eroğlu arasında paylaştırıldı. Aslında ikincilik ödülü de vardı ama yemek telaşı içinde bu bir karara bağlanmadan Selçuk Baran’ın romanı kaybolup gitti. O açıdan ödül olsa ne olacak, olmasa ne olacak. Gerçekten sevindirmesi dışında ödüllerin çok anlamı olduğunu düşünmüyorum.”
Dilde çok büyük bir değişiklik oldu
Selim İleri, Türkçe’yi edebi olarak nasıl bulduğunun sorulması üzerine, dilde büyük bir değişiklik yaşandığını belirtti: “Türkçe, kullanımı çok yüksek bir dil. Geniş ufku olan bir dil. Dili kullanmak noktasına geldiğimiz vakit, dile karşı ilgisizlik had safhada olduğu için kelime dağarcığı 300 kadar kalıyor. Başlangıçtaki dilimle bugünkü arasında büyük fark var. Başta ‘mesele’ kelimesini bile kullanmaktan uzak duruyordum. Bugün öyle değilim. Dil, hiçbir şekilde siyasi bir göstergeye sahip olmamalı. Dil sağ-sol göstergesi olmuştu. Yeni kelimelere uzak değilim. Öylesine güzel, kullanmaktan mutluluk duyduğum kelimeler var ki, onlardan vazgeçmek istemiyorum.”
Genç yaşına rağmen “İstanbul beyefendisi” olarak anıldığı ve “İstanbul yazarı” olduğu ifade edilen İleri, değişimi nasıl karşıladığı sorusu üzerine olumlu şeyler meydana gelmediğini vurguladı: “16. yüzyıldan itibaren İstanbul’a deniz yoluyla gelen seyyahların yazılarını okuyun. Hepsi sisli bir sabahta gelirler, uzun uzadıya o görkemi anlatırlar. Şimdi ucube yapılar, Ayasofya’nın arkasında. İstanbul’un silueti bile korunamıyor. Korunabilecekken, yıkılan şeyle karşılaşıyoruz. Hala İstanbul’u çok seviyorum. 5 dakikalık yolu yarım saatte gelmeme rağmen çok seviyorum.”
"Gerçekten sevindirmesi düşünmüyorum"
Ben de düşünüyorum ama bu cümlenin ne anlama geldiğini bulamıyorum.
Yeni yorum gönder