Aslında bu eski bir konu ama her daim bir şekilde ilginçliğini koruyor- sevdiğimiz yazarlar acaba yazı yazarken neler yapıyorlar? Sahip oldukları hangi alışkanlıklar yazı yazmalarını daha rahat bir süreç haline getiriyor? En ilginç alışkanlıklara sahip olduğunu düşündüğümüz yazarları ele aldık ve eğer biz de bir şekilde kabuğumuzu kırmak istiyorsak buna örnek teşkil edebilecek ritüellere bir göz atalım dedik. Buyurun sevgili okurlar, bakalım yazarlarımız ellerine kalem kağıdı alınca neler yapıyorlarmış?
Truman Capote
Söylenene göre, Capote sırtüstü yatarak yazarmış yazılarını, bir elinde kalem, diğer elinde ise bir kadeh şarapla. Pati Hill ile 1957 yılında Paris Review'e yaptığı bir söyleşide şöyle demiş Capote: “Ben tamamen yatay halde çalışabilen bir yazarım. Uzanmıyorsam rahat düşünemem, mutlaka bir yatakta ya da kanepede uzanıyor, kahve ve sigaraya da mümkün olduğunda kolay ulaşabiliyor olmam gerek. Öğleden sonraları ise kahveden nane çayına, oradan da şaraba ve martiniye geçiş yaparım. Ayrıca, yazmaya başladığımda daktilo kullanmam, yazılarımın ilk halini mutlaka elle yazarım, son hallerini de aynı şekilde tamamlarım.”
John Cheever
1978 yılında Newsweek'e yazdığı bir makalede Cheever, “Amerikalı bir yazar olarak, 60lı yıllarda öykülerden derlenen bir kitap çıkarmak geleneksel ve ağırbaşlı olmayı gerektiren bir olay, ancak bu öykülerimin çoğunu yalnızca iç çamaşırım üstümdeyken yazdığım gerçeğini değiştirmiyor,” demiştir. Sanki Cennetti Görünen kitabının ünlü yazarının o zamanlar tek bir takım elbisesi varmış, o halde onu kırıştırıp buruşturmak yerine, yazı yazarken iç çamaşırıyla kalmayı tercih etmiş. “Banliyönün Çehov”u olarak da tanınan bir yazar için oldukça makul bir tercih gibi görünüyor.
Francine Prose
Blue Angel (Mavi Melek) kitabının yazarı ve PEN Amerika Merkezi başkanı olan Prose, The Daily Beast'e verdiği röportajda, üstünde kocasının kırmızı siyah çizgili pijama altı ve bir tişört varken yazılarını yazdığını söylemiştir. The Atlantic'de, Kate Bolick ile yaptığı söyleşide ise şöyle demiştir: “Neyse ki, ya da maalesef ki pek manzarası olmayan, garip bir apartman dairesinde oturuyoruz. Aslında böylece, yazı yazarken dikkatimi dağıtan hiçbir şey olmuyor. Bir kasabada da yaşıyor olabilirdim. Bir duvara bakarak yazı yazmak, bana yazar olmanın metaforik olarak en uygun anlamı gibi geliyor.”
Ernest Hemingway
Pek çoğumuzun bildiği gibi Hemingway her gün, özellikle de sabah saatlerinde 500 kelime yazarmış. Oldukça üretken bir yazar olmasına karşın, nerede durması gerektiğini bilen bir yapıdaymış, 1934 yılında F. Scott Fitzgerald'a yazdığı bir mektupta “90 sayfalık berbat bir yazı yazacağıma, bir sayfa da olsa harika bir metin ortaya çıkarmanın peşindeyim. Geriye kalan saçmalıkları ise direkt çöpe atıyorum,” demiştir.
William Faulkner
Faulkner yazı yazarken bol bol viski içermiş. Bu alışkanlığı Sherwood Anderson'la, ikisi de New Orleans'da yaşarlarken tanıştıklarında edinmiş, o sıralar Falukner bir içki kaçakçısının yanında çalışıyormuş. 1957 yılında yazar, ilişkilerini şöyle anlatmış: “Akşamları buluşur, bir şeyler içebileceğimiz bir yere giderdik ve saat bire ya da ikiye dek oturup içerdik. O konuşurdu, ben dinlerdim. Sabahları ise o inzivaya çekilip yazmaya başlardı ve saatler sonra yine aynı ritüel tekrarlanırdı. Öğleni ve akşamı birlikte geçiririz, sabah o çalışır. O zaman kafama dank etmişti, eğer yazar olmak için yaşanması gereken hayat buysa, benim de hayatım böyle olmalıydı.”
T.S. Eliot
T.S. Eliot: Çağdaş Bir Yaşam isimli kitabında Lyndall Gordon'un yazdığı üzere, 1920'li yılların başında, T.S. Eliot kendine saklanacak yer olarak seçtiği ve yayınevi olan Chatto & Windus'un üst katında Kaptan Eliot adıylaotururmuş. Ancak saklandığı bir başka yer, Charing Cross Caddesi'ndeki evinde, ziyaretçilerin kapıda “Kaptan”ı sormalarını istiyordu. Üst kata çıktıklarında ise onları Eliot karşılıyordu, üstelik yüzü pudradan bembeyaz olmuş bir şekilde. Ne diyebiliriz ki? Aykırı bir dâhi işte böyle yapıyor.
Flannery O'Connor
İyi İnsan Bulmak Zor kitabının yazarı O'Connor şöyle diyor: “Her gün yaklaşık olarak iki saat yazı yazarım, çünkü tüm enerjim bu kadar yeter. Ancak o iki saate hiçbir şeyin karışmasına izin vermiyorum ve hep aynı saatlerde, aynı yerde yazıyorum.” Lupus hastalığı olduğu için her türlü aktiviteyi yapması yasaklanan yazar, tahta dolabının düz yüzeyine bakarak, hiçbir şeyden dikkati dağılmaksızın yazarmış yazılarını.
Selam,
Her turlu rezaletin dile dokuldugu bir "intellectual" ortamda yazarlarin davranislarindan soz etmek cok hos bir yaklasim ve de cok yararli. Tebrikler.
Rd
Yeni yorum gönder