Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

Zamansız bir yazar: Sevim Burak



Toplam oy: 718

Doğumunun 80’inci yılında anılan Sevim Burak’ı Tilbe Saran, kızı Elfe Uluç ve Beliz Güçbilmez’le konuştuk. Elfe Uluç’a göre önemli olan Sevim Burak’ı anlamak değil, onu anlamadığımızı anlamak




Edebiyatta kendine ayrıcalıklı bir dünya yaratan Sevim Burak, doğumunun 80’inci yılında bir dizi etkinlikle anılıyor. Sevim Burak’ın kitaplarının İngilizceye çevrilmesini kutlamak adına Dublin’in prestijli eğitim kurumu Trinity College’da da bir etkinlik düzenlendi. Etkinliğin İstanbul ayağında yine Tilbe Saran, Burak’ın Yanık Saraylar adlı kitabında yer alan Ah Yarab Yehova öyküsünün yaratıcı okumasını yaptı; Nilüfer Güngörmüş Erdem ve tiyatro yazarı Beliz Güçbilmez, Sevim Burak edebiyatını anlattı. Sevim Burak’ın kızı sinemacı Elfe Uluç ve Tilbe Saran ile yazarın dünyasını konuştuk ve Beliz Güçbilmez ise Burak tiyatrosunu hiç duymadığımız şekilde yorumladı...

 


Sevim Burak dünyasının sizdeki yeri nedir?

 

Tilbe Saran: İznik çinilerinde bir domates kırmızısı vardır. Toprak aynı, su aynı, çamur aynı, ocaklar fırınlar aynı, ama bir türlü sırrı bulunamıyor. Sonra bu kırmızı yok oluyor. Sevim Burak öyle birisi. Ama onun kırmızısı kaybolmamış; toprağa karışmış ve herkes onun açtığı yolda kendince bir kırmızı aramaya devam ediyor. Dünyaya çok erken gelmiş biri. O kadar zamansız bir yazar ki ancak bugün ona yakın sesler duyabiliyoruz.

 


Sevim Burak’ın bendeki yeri bendeki “ben”den daha çok. Ben onun süt dişi gibiyim. Bu gördüğüm kadarıyla bir de görmediğim “iceberg” var ki, onu görmemek zaten daha iyi.

 

 

Peki, sizce Sevim Burak yeterince anlaşıldı mı?



Elfe Uluç: Bazı yazarların yaşadıkları dönemde anlaşılmamaları çok daha iyidir. Onlar yaşadıkları zaman için yazmamışlardır ve anlaşılmalarına da teknik olarak imkân yoktur. Önemli olan Sevim Burak’ı anlamak değil, onu anlamadığımızı anlamak. Bugün en azından bu konuda herkes anlaşmış durumda...



Kitaplar Victoria Holbrook ve Maureen Freely tarafından İngilizceye çevrildi. Nasıl bir seyir bekliyor çevirileri?

 

Elfe Uluç: Şu ana dek çok önemli çeviriler yapıldı ve bu devam edecek. Büyük bir edebiyatın çevrilmesi takip, inat ve zaman isteyen bir süreç. Bu süreçte yazınımızın en önemli değerlerinden birini platforma taşımak için herkes üzerinde düşen görevi yapmalı, bir yazar edebiyat yoluyla doğurduğu çocuklarının da desteğini görmek ister. Ki zaten görüyor, görmekte ama tek arzumuz bu ailenin büyümesi. Sevim Burak’ın büyük bir ailesi olmalı.



Öykülerinde absürd tiyatro etkisi görünüyor...

 

 


Tilbe Saran:
Ben hiçbir şeye benzetemiyorum. Fantastik ögeler var, absürd tiyatro denebilir. Bence hiçbiri değil. Sevim Burak tıpkı İznik kırmızısı gibi.

 


Sevim Burak’ı azınlık edebiyatına dâhil edebilir miyiz?

 

Elfe Uluç: Bence herkes azınlıktır. Biraraya gelmeye çalışırız. Ve çoğunluk olmaya... Azınlık değil de tekillik edebiyatı desek daha doğru olur. Çok bireysel bir yazar Sevim Burak....



Tilbe Saran: Sevim Burak gizliden gizliye saklamak zorunluluğunu hissetmiş olduğu kimliğini bağırmadan, sızdıra sızdıra satır aralarında söylemiş. Ben onu Türk edebiyatı içerisinde Türkiyeli bir yazar olarak görüyorum.



Sevim Burak anlatısı kapalı, şifreli ve talepkârdır. Siz okumanız sırasında bu dili nasıl tecrübe ettiniz?

 

 

Tilbe Saran: Küçük ipuçları, teyel izleri bırakıyor. Onları yakaladığınızda o kadar da soğuk veya uzak değil; aksine hemen elini tutabileceğiniz biri Sevim Burak. Evet, talepkâr bir yazar, ama sizden istediğini bir parça verdiğinizde koca dünyalar seriyor önünüze.



Nasıl bir kadın dünyası yaratıyor peki? Ezilen, mutsuz kadınları yazdığı yorumu var...



Elfe Uluç: Ben ezilen kadın görmüyorum. Bir savaşçı görüyorum, savaş fotoğrafçılarının çektiği fotoğraflara bakarsanız kimin kazandığını sonuna dek anlayamazsınız, herkes eziliyordur... Ama önemli olan sondur. Sevim Burak sondan başa doğru yazdı. Sonu hiç unutmadı.

 

Tilbe Saran: Sevim Burak’tan önce hiçbir kadın yazarın böyle özel sesi, denemeleri yok. Yazıyı görsel olarak parçalıyor. Bence bu çok kadınca bir olgu. Terzi olduğu için yazarken de kesip biçmeler, teyellemeler yazıya sızıyor.



Beliz Güçbilmez, Sevim Burak dünyası için “tekinsiz” kavramını öneriyor. Ne dersiniz?

 

Elfe Uluç: Bir yazarı anlamak için anladığımız başka anlaşılmazların yanına koyarız. Kaba hatlarla uyumludur. Ama detaylar da gene kavga ederler. Unheimlich kavramı ile Sevim Burak arasında elbette farklar da var. Ama “anlama çabaları” çerçevesinde yapılan okumaya önerilerinden Freudien olanın seçimi bu. Deleuzien’ler başka türlü okur. Ya da marksistler. Kitap okumak mı zor hayatı okumak mı diye sorsalar ben hayat derim ve hayatı seçerim. Belki o yüzden belki de yazarın kızı ve bağımsız bir sinemacı olarak ben Sevim Burak’ı “kavram” sız okumayı tercih ederim. Yani kavramadan bazan anlamadan ve elbette daha sürrealist.



Tilbe Saran: Kendisi tekinsiz bir kadın. Herhalde bütün yaratıcılar için bu söylenebilir. İki ayağı yere basan, sağlam insandan bir şey çıkmıyor.



Dublin nasıl geçti?



Tilbe Saran: Damıtılmış bir seyirci vardı. Sevim Burak’ın James Joyce’la akrabalığı sıklıkla hatırlatıldı. Dinleyenler de bir yerden Sevim Burak’la tanış çıktılar.

 

Elfe Uluç: Edebiyatın profesyonelce okunup sindirildiği bir edebiyat fabrikası Dublin. İnsanlar yazınla beslenen robotlar gibi. Benzinleri yazın.Bir siber-edebiyat planeti. Bedenleri hiç sarsılmadan çok heyecanlandıklarını söylediler. Onları milim kıpırdatmak bile zaten büyük bir dağı devirmek gibi.... Ve biz orada yüzüncü kez de olsa gene emin olduk yazarımızın çok büyük bir değer olduğuna.


Beliz Güçbilmez: Kıyıcı tiyatroya daha yakın

 

 

Sevim Burak dünyasını tekinsizlik kavramı üzerinden okuyorsunuz. Bu kavramı biraz açar mısınız?

 

Kavramı, aynı Freud’da gördüğümüz biçimde bastırılmış olanın geri dönüşü şeklinde kullanıyorum. Sevim Burak’ın politik görünmeyen tiyatrosunda nasıl politik bir söylem kurduğunu fark ettim. Hiç yüzleşilmeyen yabancıyla birlikte yaşama fikrinin en ufak bir sorun anında çarpıcı biçimde yüzeye çıktığını görüyoruz. Bu, salt psikolojik bir olgu olmaktan çıkıp sahnede bir seyir nesnesi haline geliyor. Tekinsiz teatrallik kavramını bu yüzden öne sürdüm.

 

Sevim Burak öykülerinde absürd tiyatronun etkisi görünür. Peki oyunlarında?

 

Oyunlarında öyle bir dünya yok. Bir zamanlar gerçeküstücülerle birlikte düşünülmüş. Becket’i sevdiğini biliyoruz ve Becket’i de absürd olarak okumayı biliyoruz. Bunlar kuramcıların öne sürdüğü pedagojik kavramlar; hiçbir yazar gönül rahatlığıyla böyle sınıflandırmaları kabul etmez.

 

Sevim Burak tiyatrosunu nasıl tarif edersiniz?

 

 

Everest My Lord’un son halkası olduğu üç oyunluk bir süreçten bahsediyoruz. Sahne için bu metinleri yeniden okurken, en çok Antonin Artaud’ya yaklaştığını gördüm. Artaud’nun nasıl hayatı aynı zamanda onun yapıtıysa, nasıl onun delilik nöbetlerine, elektroşoklara atıfta bulunmadan oyunlarını okuyamıyorsak, Sevim Burak için de aynı durum sözkonusu. İkisi birbirine çok uzak görünüyor, ama birlikte okunduğunda kapalı görünen dünyanın aralanmaya başladığını görebiliriz. Ben bu bakımdan Sevim Burak’ı kıyıcı tiyatroya, vahşet tiyatrosuna veya Artaudcu tiyatroya yakın buluyorum.

 

 

 

Kaynak: Taraf, Murat Şevki Çoban

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.