Kara Kitap’ın temel izleklerinden biridir “sır”. Hikaye boyunca kahramanımızla, Galip’le birlikte bir sırrın peşinde koşar, başka pek çok sırlara işaret eden şehrin, toplumsal kodların ve var oluşun çelişkilerinin etrafında döner, nihayetinde de hiçbir sırrın tam olarak açık edilmediği bir durumda kalakalırız. Pamuk, hikayenin bir yerinde köşeyazarı Celal aracılığıyla kahramanına yazma dersi verenleri dinler, gerçek bir sırrı olduğunu ima eder, hikayesini bu ima üzerine kurar ve yine de ne olursa olsun, sırrını bize vermez. Arayışın kendisini hikayesi kılar. Bunu yaptığı için de, bunu çok iyi yaptığı için de, büyüler bizi. İşte bu yüzden Kara Kitap’ın Sırları adını gördüğümde alıp hemen büyük bir hevesle çevirmeye başladım kitabın sayfalarını.
Burada elbette ki küçük bir oyun var. Hikayenin sırrını başka bir kitap aracılığıyla vermeye kalkmıyor yazar. Kara Kitap’ın yazım aşamalarından küçük bilgiler sızdırıyor sadece. Orhan Pamuk’un bir yazar-kahraman olarak yaşamaktan, yazara kahramanlık vurgusu veren anektodları aktarmaktan hoşlandığını biliyoruz. Dolayısıyla bir roman nasıl yazılır, hangi aşamalardan geçerek sona ulaşılır, nelerden etkilenilir, neler bilerek veya bilmeyerek gözden çıkarılır, göze alınır, sorularına cevap arayan bir kitapla karşı karşıyayız. Pamuk, yine biliyoruz ki, dolma kalemle elde yazan bir romancı. Kara Kitap’ın Sırları’nın büyük bir bölümü de yazarın elinden çıkma müsveddelerle, çizimlerle, karalamalarla, aldığı notlarla dolu.
Neden Kara Kitap?
Peki neden yazarın bir başka kitabı değil de Kara Kitap? Bu sorunun pek çok yanıtı var şüphesiz ama başta da değindiğim sır ve arayış izleği, romandaki imge zenginliği ve okuyup bitirdikten sonra hikayeden bize kalan en önemli soru, bu sorunun da yanıtı gibi: Bir romanın dünyası nasıl bir dünyadır? Füsun Akatlı’nın buna verdiği çok güzel bir yanıt mevcut:
“Kara Kitap’ta, gittikçe küçülen, sarmallaşan dairelerin yolunu izleyerek içine girilen dünya, ne o, ne öbürü –ne Galip’inki, ne Orhan’ınki-, bir yazılı dünyadır. İşaretlerle ve işaretlerden örülmüş, imi ime ekleyerek, bir (ya da birkaç) ipi kesip düğümleyerek, böylece ipuçlarını çoğaltıp çeşitlendirerek ve adeta onlardan bir ağ dokuyarak oluşturulmuş bir dünya Kara Kitap’ınki. Galip vesile, Rüya vesile, Celal (ve yazıları) vesile.” Pamuk bize çözümlememiz için o kadar çok soru, işaret, imge verir ki, neredeyse sırrı bulacağımızı, bir romanın dünyasını anlayacağımızı sanırız. Romanın sırrı belki de bu sanmadır işte.
Kitabın sayfalarında gezinirken ister istemez beni en çok etkileyen, yıllar öncesinden aklımda kalan bölümleri düşündüm. İlk önce de Galip’in Rüya’yı sevmesi geldi. 2013’ün son yazısı, edebiyatımızdaki en şahane aşk anlatımlarından biriyle, o upuzun ‘seni severdim’ paragrafıyla bitsin o halde: “Birlikte gittiğimiz bir misafirlikte, ağır havası sigara dumanlarıyla mavileşmiş bir odada, senden üç adım ötede oturan bir anlatıcının hikayesini dikkatle dinlerken, geceyarısı o ‘ben burada değilim’ ifadesi ağır ağır yüzünde belirdiğinde seni severdim; tembellikle geçen bir haftadan sonra, gömleklerinin, yeşil kazaklarının ve bir türlü atmaya kıyamadığın eski geceliklerinin arasında bir kemeri istemeye istemeye ararken, açık kapısından içerisi gözüken dolaptaki inanılmaz karışıklığı fark ettiğinde yüzünde beliren yılgınlık ifadesini severdim; dolmuşun kapısını ucu dışarıda kalan mor paltonun üzerine kapandığında ve şimdi elinde tuttuğun beş liranın, şimdi yere düşüp kaldırım kenarındaki ızgaraya doğru kusursuz bir yay çizerek ne güzel yuvarlandığını gördüğünde yüzünde beliren oyuncu şaşkınlığı severdim; birlikte gittiğimiz bir filmi bir üçüncü kişiye hikaye ederken belleğinin ve hatırladıklarının benimkinden ne kadar farklı olduğunu korkuyla anladığımda seni severdim; severdim seni, biri yan yatmış ince bir yelkenli, öteki kambur bir kedi gibi yan yana durarak saatlerce seni bekleyen topuklu ayakkabılarının içine aceleyle girişini ve saatler sonra, eve döndüğünde ayakkabıları gene aynı çamurlu ve asimetrik yalnızlığa terk etmeden önce kalçalarının, bacaklarının ve ayaklarının kendi kendilerine yaptıkları hünerli hareketleri seyretmeyi severdim; sigara küllüğünü tepeleme dolduran izmaritlere ve kara başlarını umutsuzca bükmüş yanık kibritlere bakarken kederli düşüncelerin kim bilir nereye gittiğinde seni severdim…"
Yeni yorum gönder