Buyur, karıştır çekmecemi,
sana yazdığım şiiri bul.
Atmakta üstüne yok; hay hay,
fırlat yere, onca kelimeyi.
Sina gelir, süpürür.
***
Seni salıncağa..
seni kaydırağa..
tut elinden,
götürür.
YETİNMEK SEVİNDİRİR Mİ?
Ne çok şair var, derler, hiçbir şairi yakından tanımamış olanlar. Şiirin “gereksiz bir incelik” olduğuna inananlar da vardır aralarında, saçma olduğunu düşünenler de. Şairin kurduğu evrene giremeyenlerdir bunlar; uzaktan bakarlar. Onlar, bütün Çinlileri birbirine benzetenlerdir. Sanki benzerleri saptamak için gelmişlerdir dünyaya. Tümelcidirler. Ömürleri yetse, her şeyi kümeleyip gideceklerdir. Kimi şairlerde de vardır bu anlayış. Onlar da şairi, bir döneme, bir zamana, bir konuma, bir kavrama hapsederek, o şairden kurtulmaya çalışırlar.
Şiir söz konusu olduğunda her şey mümkündür; çünkü şiir aklın yerleşik düzeneğini sarsarak ilerler. Akıl da boş durmaz bu saldırı karşısında, kurnazdır. Ama akıl yetmez olur bazen şiirin bir dizesine. Aklımızın ötesinde, henüz tanımadığımız bir “akıl” olduğunu kabullenmek ne zordur.
Her şairi değil, yalnızca Sina Akyol’u yakından tanısalardı bu insanlar, kendi haklarında bir içgörü edinmelerini sağlayacak en az bir dize, bir sözcük, düşerdi paylarına. Çünkü Akyol, başından bu yana “ben” adını verdiği “insan halleri”ni yazmakta, onu çıkmazdaki hallerinde görmeye çalışmaktadır. “Ben böylece / az daha giderim / insanın ruhuna.” der. Kendi kendinin avcısı, kayıtçısı, yazıcısıdır. Demek, hepimize dair hallerin yazıcısıdır.
Sina Akyol yalın söz’ü yeğler: “Aktıkça durulur zaman, anlam budur,/ kendinden ibarettir. –Ben hep böyle arındım./ Yaprağa yalnızca yaprak dedim./Sarıysa, sarı yaprak dedim. –İyidir/ yalın söz.”
Bu yalın sözün, eksiltilmiş sözün sahibi olmak için 30 yıldır şiir çalışmış bir şair konumuz. Gençlik yıllarında “şiirin gereksiz bir incelik olduğuna samimiyetle inandığı”nı” bile itiraf etmişti bir söyleşide. Bugünse, şiir toplamı, şiirden hem özgün ve eşsiz bir araştırma hem de bir korunak, bir sığınma hem de bir arınma olarak yararlandığını düşündürüyor. 12 Eylül sonrasında, gençlik şahlanışıyla kurulmuş yaralı kendilik duygusunun yeniden inşası için şiire başvuruyor. “Kendilik” ve “olmak” kavramlarını apaçık sorun ederek çalışıyor, 9 kitabıyla 30 yıl boyunca Sina Akyol.
Ne anlıyoruz “kendilik”ten ve sorun olması ne demektir? Ezeli ve sürekli bir sorundur bu. Sokrates’in önermesini kim unutabilir? “Kendini tanı!” Varoluşsal bir önermedir bu söz. İnsanın evrendeki varlığından varlıklar arasındaki oluşuna, buradan insanlar arasındaki varoluşuna kadar “ne”liği sorunudur. Bu konu, felsefeden önce şiirin sorunuydu. İnsan, bu anlamın edinimi için birçok yol denemiştir. “Tasavvuf” da bunlardan biridir. Yunus’un, Mevlana’nın deneyimi bu tema üzerinedir. Modern varoluşçuluğun teması da budur: “Kendi için varlık” olmak, kısaca “olmak”ın serüveni süreklidir. Sina Akyol’un şiiri böylesi bir sorunsaldan gelmektedir. “Olmanın eteğine /söküğümle geldim.” diyecektir bir yerde. Bu sorunsalı farklı kendilik durumlarında yeniden sorgulamış ve yalın söz’ü yeğlemiştir. Akyol’da yalın söz, açık olduğu kadar ironiktir de. Farkındalık bilincimiz, ideal algımızın kabullenmeyeceği gerçekliği de barındırır; sahte kendilikleri de deşifre edecek bir içgörüdür çünkü bu bilinç. Yalın söz, kişinin kendini apaçık ortaya koyuşuyla liriktir de. Ancak, bu “yalınsöz” de bir sorunsaldır. Örnekse, Garipçiler de yalın söz tutkunuydu. Bunun için şiirin “yalınsöz”e engel olduğunu düşündükleri birçok özelliğini iptal etmişlerdi, sonradan hata olduğunu söyledilerse de. İkinci Yeni şairleri, Garip’in budadığı şiir değerlerini yeniden onardı, ama yalın söz tutkusu kaldı hep. Anlamın tekilliğine, indirgemeye itirazları vardı. Anlam, bir bağlamdı, sözlerin çoğul anlamları içinde kurulmuş bir bağlam. Sina Akyol, bu bağlamı, kendinde insan hallerini sorgularken o çoğulda yeniden kurmayı deniyor. Bu denemede iki karşıtlık çok belirgindir: kent ve kır. Kent doymaz bir iştah, kır arınmadır. Kent hırs, kır doğada kendinde olmadır. Bu karşıtlık şiirindeki gerilim hatlarıdır. Şiirinde geçen “derviş” malzemelerini, sorununun arkaik köklerine işaret için kullandığı kanısındayım. Hırka, gömlek, ten, testi, susmak, gümüş söz, bakır söz, üryan, soyunmak vb. Özellikle Az’ın önemini yüceltir her fırsatta. Az’ın kendi varlığımızla başka varlıklara verilecek en az zarar ölçüsü olarak kullanır. O yüzden: Yetinmek Sevindirir.
“Beni kemirmeye
geldiğinde
böceğim,
ona dedim ki:
evlat, bunca şiiri
içim azalsın
diye yazdım
zaten.”
SEVDAM
Yaşam;
Anadolu'da bir köyde,
Çekilen halayda terli bir mendil..
Sevgilinin gözüne bakarken,
Kanımda şahlanan deniz dalgası.
Bir aşk, bir şiir, bin umutla
Celali bir inadım, şimdi
Yıldızlara asılı,
Güneşe saf tutan cesetler miydik?
Yoksa,
Nemrut'ta
Karakartalın kanatlarındaki özgürlük müydük?
Bilmiyorum...
Yağsın bana, sana
Gök kuşağı rengiyle,
Buluttan boşalan yağmur.
Gözleri güneş,
Dudakları ateş,
Kadın yüzlü,
Tanrıça olunca Mezopotamya
Bambaşka olur.
Bahar teniyle.
Avuç avuç
Uçuruverir özlemlerini İzlo'dan aşağı...
Ekebilsem baharı,
Bir de,
Sevda kokan çiçeğe
Zincirlesem gözümü...
Necat İLTAŞ
(2000)
Kaynak: http://www.necatiltas.net/sevdam.html
Yeni yorum gönder