Yakın bir geçmişte bir arkadaşım, peçetenin üzerine birşeyler çizip, neye benzettiğimi sordu. Baktığımda şapkadan başka bir şeye benzetemedim ve "Sanki, şapka gibi" dedim. Bunun üzerine bana "Sen de büyük birisin" dedi. Aslında bu bir şapka değil, fil yutmuş bir boa yılanının resmiydi ve Küçük Prensin hikayesi de böyle başlıyordu.
İşte Saint Exupéry’in Küçük Prens’iyle tanışıklığım böyle başladı.
Küçük Prens kendi küçük gezegeninde uzun zaman tek başına yaşar. Bir gün kendi küçük gezegenini yeni arkadaşına yardım edebilmek için terk eder ve etrafındaki gezegenleri dolaşır. Her gezegende farklı karakterdeki büyük insanlarla tanışır. Bu gezegenlerden birisi de Dünya’dır.
Saint Exupéry’in suluboya resimlerinin de yer aldığı Küçük Prens bir çocuk kitabı gibi görünse de büyükler için yazılmıştır aslında. Saint Exupéry kitabın girişinde "... tüm büyük insanlar önce çocuk olmuşlardır. (Ama pek azı bunu anımsar)" der. Küçük Prens büyükleri bir çocuğun gözünden anlatır bize. Bu anlatı da hırs, ego, üzüntü ve aşk konularında derin anlamlar içerir. İnsanların büyüdüklerinde unuttukları çocuk bakışını vurgular.
Eğer siz de tam anlamıyla büyümediyseniz, çocukluğunuzu unutmadıysanız, bazı durumlarda bir çocuk gibi düşünebiliyorsanız ya da tam anlamıyla bir çocuksanız Küçük Prens’i mutlaka okumalısınız. Çünkü bu kitap biz yetişkinlerin hayatı yaşayış tarzı konusunda yeniden düşünmemizi sağlıyor.
“Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insani mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine 'işte benim çiçeğim oralarda bir yerde' diyebilir.”
Bir peçete üzerine çizilen resimle başlayan Küçük Prens serüvenim bana yıldızlara, yıldızların içindeki bir çiçeğe, anlamsız bir cümleye, peçeteye çizilen bir resme ve çizen kişiye nasıl bakmam gerektiğini öğretti.
Hala büyük olabilirim ama artık çok büyük değilim...
güzel olmuş, elinize sağlık...
Yeni yorum gönder