Alain De Botton ülkemizde çok sevilen yabancı yazarlardan. Onu duyulan bu sevgideki en temel belirleyici özellik, süreklilik duygusu. Botton daha önceki örneklerde gördüğümüz gibi rastlantıların ve koşulların yardımıyla sadece tek bir kitabıyla değil, neredeyse tüm külliyatıyla sevildi Türkçe'de. Öyle ki, Çalışmanın Mutluluğu isimli son kitabı kendi ülkesinden önce Türkiye'de basıldı. Bizdeki edebiyat piyasası düşünüldüğünde bu gerçekten de üzerinde durulması gereken bir olgu. Tabii bu konu üzerinde düşünürken şu da gözlerden kaçmamalı, Alain De Botton neredeyse çevrildiği her dilde çok satan bir yazar.
Her alanda olduğu gibi edebiyat dünyasında da sevilmenin bir bedeli vardır. Pek tabii Alain De Botton da bu bedelden kaçamamıştır. Ona yöneltilen en insafsız eleştiri pop-felsefe yaptığı yönündedir. Buna rağmen kanımca kimse Botton'a "hafif" bir yazar diyemez. Ondaki sihir, günlük sıradan olaylarla felsefenin temel sorunsallarını birleştirebilme ve bunu da hayatın tam içinden çıkan eğlenceli hikayelerle verebilme hünerinde yatıyor. Bu yüzden kahramanları okuyucuya çok tanıdık geliyor. Geleneksel anlatım biçimlerinin aksine romanlarında tablolar, grafikler, şemalar, fotoğraflar kullanıyor. Edebiyat ona göre en az yazınsal olduğu kadar, aynı zamanda görsel bir tasarım da. Elbette usta bir yazarda olmazsa olmaz özelliği de es geçmeyelim, Botton tüm bunların yanında tam bir ironi ustası.
Yazar Statü Endişesi adlı kitabında tüm insanlığın içini kemiren son iki yüzyılın en büyük sorununa parmak basıyor. Bazen canımızı acıtarak, bazense bizi kahkahalara boğarak. Aslında bu endişenin kendisi hiç de öyle komik sayılmaz. Ciddiye alınmazsa ve üstüne gidilmezse ölümle sonuçlanan vakalar bile mevcut. Bu hepimizin içinde taşıdığı, bildiği, ama çok az dile getirdiği bir öykü. Kendimizi nasıl algıladığımız, aslında başkalarının bizi nasıl algıladığıyla ilgili. Para hırsı, zenginlik, iktidar hepsi son kertede tek bir şey için; daha çok sevilmek için.
Konu yazarın diğer kitaplarına oranla daha politik, bu yüzden yoğun ve dikkatli bir okuma istiyor. Referanslar daha çok ekonomik ve siyasi hayattan. Okuyucu modern kapitalist sistemin değer yargılarını sorgulamaya davet ediliyor. Tüm bunlara rağmen elimizde tuttuğumuz kitap kesinlikle akademik bir kitap değil, yazarın bildik şakacı üslubu bu metinde de mevcut.
Yazar metnine en temel iki arzumuza değinerek başlıyor. "Her yetişkinin yaşamına iki ayrı aşk öyküsü egemen olur. İlki cinsel aşka ulaşma yolundaki arayışımızın öyküsüdür... İkincisi ise dünyanın sevgisini kazanma yolundaki arayışımızın öyküsü." Klasik anlatıların aksine, belki de bugün modern hayatta aşkın üstüne çıkan tutkuların peşindeyiz. Daha büyük bir sevginin arkasından koşuyoruz. Tüm çevremizin, hatta tanımadığımız insanların bile sevgisinin peşindeyiz. Botton bu yüzden ne kadar da acıklı durumlara düştüğümüzü hatırlatıyor. Ama modern hayatın karmaşasını ve bu karmaşanın insanlar üstündeki etkilerini anlattıktan sonra çözüm önerileri de getiriyor. Elbette bu noktada sanatın ve felsefenin önemine değiniyor. Yalnız belki çoğu insanın garipseyeceği bir çözüm önerisi daha sunuyor. Hıristiyanlık! Hıristiyan teolojiye uzak olanlar şaşırabilirler. Ama Botton'a göre Statü Endişesi'nin tarihi Batının modernleşme tarihiyle koşut gidiyor. Yani ortada şaşılacak bir durum yok. Yine de kanımca bu bölümü dinlerin sosyal işlevini düşünerek okursak daha sağlıklı bir değerlendirme yapabiliriz.
Hemen belirteyim, kitaptaki çözümler hap gibi tabir edilen çözümler değildir. Yazarın tüm külliyatı göz önüne alındığında tematik bir benzerlikten kolayca söz edilebilir. O da aslında nettir. Her şeyden önce bakış açımızı değiştirmeliyizdir.
Ama tüm bunları geçip, sadece kendimizi daha iyi hissetmek için bile Alain De Botton'u okuyabiliriz. Çünkü onu okumak, okuyucuya, "evet bunu ben de düşünmüştüm" dedirtir. "Bu adam bana ne kadar zeki olduğumu hatırlatıyor..."
Yeni yorum gönder