Osmanlı tarihinin bir evresi olan ve Kanuni Sultan Süleyman´ın yüreğine hükmeden kadın olarak geçen Hürrem´in; çocukluk, genç kızlık, ve annelik dönemlerini de kapsayan ve yazarın hayali kurgusuyla allandırılıp pullandırılan bir kitap... Hürrem Sultan´a; asiliğine, başkaldırışlarına, direnmelerine sözüm yok ama entrikaları, cinayetleri çok bildik, tanıdık geldi. Tüm iktiadarların devleti yüceltmek adına değil, iktidarını pekiştirmek adına işlediklereri cinayet, dökülen kan hiç değişmiyor.
Ben, Şehzade Mustafa´nın boğdurulma sahnesinde çok üzüldüm çünkü Mustafa´nın öldürülmesi ve tahtın Sarı Selim´e kalması Osmanlı İmparatorluğu tarihini değiştirmiştir ama olumsuz yönde. Koskoca Cihan İmparatoru Kanuni, bir kadına sevgisinden memleketin geleceğini de karartığını bilemedi; tabi bir de Fransızlara tanımış olduğu kapitülasyonların ülkenin temline dinamit koyacağını kestiremedi... Kitap, dil olarak çok rahat okunuyor ama yazar bazı yerlerde kendi bile takip edememiş kitabını, okunabilir mi; elbette ama bence çok fazla da beklentiye girmemek gerek. Gene de yazarın ilk kitabı olması yönüyle takdire değer ve emeğe saygı adına, teşekkür ediyorum.
Saygıyla...
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder