17 yaşındayken yazdığı;
"yurdunu sevmeliymiş insan
öyle diyor babam
benim yurdum
ikiye bölünmüş ortasından
hangi yarısını
sevmeli insan."
dizelerinin sahibi, Üzgün Kızların Gizli Tarihi romanının yazarı Neşe Yaşın. Bu kitap, 1959'da Lefkoşa'da doğan yazarın ilk romanıdır. Ilk baskısı 2002 yılında yapıldıktan sonra 2. ve 3. baskıları 2003 ve 2007 yıllarında yayımlanmıştır.
Neşe Yaşın aslında bir şair. Şiirleri, bölünmüş ülkesinin iki tarafında da beğenilen bir şair o... Kıbrıs'ın birleşmesi için uzun yıllar mücadele veren Yaşın, "ya birinden ya öbüründen" olma mantığına karşı çıkıyor ve Ada'nın bölünmüşlüğünü protesto etmek için yıllardır Kıbrıs Rum Kesimi'nde yaşıyor.
Yazar, Üzgün Kızların Gizli Tarihi romanında ülkesinin tarihine bir kız çocuğun masumiyet penceresinden bakıyor. Romanda bir Rum erkeği Adonis'le bir Türk kızı İnci'nin imkânsız aşkı anlatılıyor.
İnci, Adonis'in aşkını kazanabilmek için hikayeler yazmakta ve Adonis'e anlatmaktadır. Genç kadın, Adonis'te ideal aşkı ararken, hayatı anlamlandıracak bir yüceliğin de peşindedir. Buradaki aşk, bir yandan adaletsiliğe direnip, imkansıza isyan ederken, diğer yandan kimsenin üzülmeyeceği bir çözüm yolu bulamamanın endişesini taşımaktadır. Adonis'in aşkını kazanmakla İnci, sanki imkansızı başaracak, tarihi yenecek, ülkeyi yeniden birleştirecektir.
Romanda sadece İnci'nin hikayesine tanık olmuyorsunuz. Kıbrıs'ın, bölünmüşlüğün, sürgünlerin, travmatik bir çocukluğun ve kimi zaman kabus olabilen rüyaların da izini sürüyorsunuz. Bu yüzden rahatsız edici bir tarafı var Üzgün Kızların Gizli Tarihi'nin. Okuyana şimdiye kadar duyduklarından öte, çok farklı bir tarih sunuyor yazar Kıbrıs'a, Kıbrıslı olmaya dair. Tarihi, o tarihi yaşayan bir çocuğun, bir kadının gözünden okuyorsunuz.
Romanın başlarında küçük bir kızın ve ilerleyen sayfalarda ise genç kızın hatıra defterinden parçalar var. Bunların bir kısmı yazarın çocukluğundaki notlarını oluşturuyor. Romanda yazarın başlayıp da tamamlayamadığı romanlardan da parçalar bulunmakta. Her ne kadar bu parçalar bütünlüğü bozmasa da kimi zaman okumayı zorlaştırabiliyor.
Yazar bu kitabında Kıbrıs'ta yaşanan acıları, bir "taraf" olmadan anlatabiliyor. Birinin acı çekerken ötekinin de acı çektiğini farkında çünkü... Barış hüküm sürmediğinde, iki tarafın da hem kurban hem zalim olduğunu...
Okudukça, yazarın aslında çok daha fazlasını söylemek istediğini düşündürtüyor bu roman. Taşıyor sanki, anlatılmak istenenlere yetmiyor. Son satırları okuyup, kitabı bitirdiğinizde siz de bir okur olarak bildiklerinizi sorgulayabilecek, yazarın yaşayarak öğrendiği empatiyi hissedebileceksiniz.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder