Jules Verne´nin İki Yıl Okul Tatili´nin tamamen zıddı bir kitap Sineklerin Tanrısı.
Bir avuç çocuğun, ilkel doğa şartlarında, başlarında yetişkin bulunmadan ne hale gelebileceklerinin ciddi anlamda tüyler ürperten hikayesi. Bu derece etkileyici ve vurucu olmasının sebebi gerçek olabilmesi. Kötülükle lekelenmemiş, tatlı masum yavrucaklar olarak düşüneceğimiz çocukların vahşet ve yok etme hırsıyla canavarlara dönüşmelerini yazar oldukça sade ama içe işleyen bir tazda anlatmış.
Kitabı ilk okuduğumda-ki çocuktum- sonu içimi epey rahatlatmıştı.
Yıllar sonra Stephen King´in bir kitabında bu romanın sonu hakkında yapılmış tek cümlelik bir yorum beni gerçekten derinden sarstı.
Gerçekten iç rahatlatacak bir son muydu? Kan dökme tutkusu kişiyi bir kez ele geçirdiğinde iyileşme şansı olur mu? Kaybedilen masumiyet tekrar yakalanabilir mi? Roman gerçekten bu sorular üzerinde uzun süre kafa yormanızı sağlayacak.
İnsan aç olmadığı halde öldürebilen tek canlı ve çocuklar çok acımasız olabiliyor.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder