Didius Falco, bahsettiğim üzere (zamanının dedektifi anlamına gelen) bilgi toplayıcı olarak çalışıyor. Roma'nın merkezinde ucuz ve araştırma talep etmeye gelen karanlık tiplerin de rahat girebildiği bir çatı katında yaşıyor. Roma döneminde çatı katları en ucuz yerler-miş-. Falco, ilk kitabıyla bile klasik bir dedektif mertebesine ulaşıyor. Onu gören kadınların hemen dikkatini çekecek kadar yakışıklı ama aşk meşk mevzularında bir o kadar da beceriksiz. Hem daldan dala konuyor, hem de romantik. Fakir ama fakirliğiyle dalga geçebilecek kadar mizah duygusu geniş. İmparator'un oğlunun karşısında cumhuriyetçi olduğunu savunacak kadar gözüpek, sistemin politikacılarını ve politikacıların yardakçılarına etmedik laf bırakmayacak kadar dünyadan haberdar. Ölümün eşiğindeyken espri patlatacak kadar umarsız ama işini layıkıyla yerine getirebilmek, küçücük bir ipucuna ulaşabilmek için aylarca Britanya'da madenlerde zor koşularda çalışabilecek kadar ne istediğini bilen. Dünya görgüsü geniş, hatta arada sanat eleştirisi bile yapıyor.
Falco karakteri bazı yerlerde bir günümüz sit-com'undan fırlamış gibi duruyor. İtalyan kökenli ailesinde gıcık kaptığı tipler var ama yine de arada aile toplantılarına gidip küçük yeğenine göz kulak olmak zorunda kalıyor. Annesinden azar işitiyor ve cevap bile veremiyor, anne ne de olsa. Babası mı? Babasının hikayesinin benzeri bizdeki yıllar önce "sigara almaya gidiyorum diye çıktı, bir daha gelmedi" hikayelerinin benzeri. Kirasıyla karşılaştırıldığında rezalet bir evde kalıyor, ama onun da kirayı ödediği yok.
Davis, Falco'nun karakterine dedektiflik kişiliğini eklerken, klasik dedektiflik hikayelerinin tersi durumda bir karakter inşası kuruyor. Davis, "Eğer kitaplardan bildiğimiz bir dedektif karakteri varsa, dedektif hikayeciliği başlamadan (yani bu kitapta MS 70 yılı oluyor) çok çok önceki bir dedektif nasıl davranmalıdır?" sorusundan yola çıkarak en baştan ironik bir durumla karakterini yazmaya girişiyor. Davis, "Basmakalıp hikaye kurgusunu altüst edince ufuklarımın genişleyeceğini biliyordum. Özellikle de bunu yaparken çok eğleneceğimi" demiş kitabın önsözünde. Yazarın eğlenmesinin yanında, okur olarak benim de eğlendiğimi söylemem zor değil.
Basmakalıp hikayeciliğin altüst edilmesinin yanında hem Roma'da bir dedektif durumunun kendisinin, hem de karakterin kişiliğinin getirdiği humor duygusu kitabın ikinci benzersiz yönü. Bizim anlayışmıza göre dedektif dediğin cool olur, iyi ama MS 70 yılında cool kavramı daha keşfedilmemişti ki. Cool-öncesi dönemin dedektifi de şüphecilik ve sinizmle dolu bir tavırla hareket edip kervan yolda düzülür diyerek dedektiflik kurallarını oluşturmaya çalışır.
Falco'nun karakterindeki şüphecilik ve sinizm, dönemin ruhuyla da uyuşan bir tavır. Roma'da dört hanedan dönemi bitmiş, taşlar yerli yerine oturmaya başlamış gibi. Titus ilerde önemli işlere imza atıp Roma halkının gönlünü kazanacak ama şimdilik ilk yıllarında. Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu tarafından kabul edilmiş ama henüz halk tarafından benimsenmemiş. Sadece törenlerde dini kurallara uyuluyor. Şüphecilik, eski ideallerin çökmeye yüz tutmuş olduğu fakat yeni ideallerin henüz kendilerini göstermemiş oldukları sosyal gelişim dönemlerinde yaygınlaşır. Falco da böyle bir dönemde inançsız ve cumhuriyetçi olarak karakterini ortaya koyuyor.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder