Bana göre John Steinbeck müthiş bir anlatıcı. Kitaplarının filme çekilmesi de bundan olsa gerek. Özellikle Gazap üzümlerini bir numaraya koyuyorum.
Kitabı okuduğum dönemde, ben bu kitabı nasıl daha önce okumamışım dediğimi hatırlıyorum.
Öylesine güzel tasvirler yapıyor ki yazar, adeta size o fakirliği, o acıyı yaşatıyor. O göçmen kamyonunun ağır aksak bağlar arasından ilerleyişi, insanların kamyon kasasında adeta bir ömür tüketmesi hislerini damarlarınıza kadar hissettiriyor. Ve zaman zaman bir felsefe kitabında bulacağınız incelikte dokundurmalar yapıyor hatta bunlara dokundurma değil apaçık apitalizm eleştirisi bile diyebiliriz. Amerikalı bir yazarın bunca cesaret ve iyi edebiyatla bu işi yapması ayrıca takdire şayan şüphesiz.
Gazap Üzümleri´ni hala okumadıysanız roman okuma konusunda bir şeyleri eksik bırakıyorsunuz demektir. Özellikle gençlere, üniversite çağındaki gençlere ısrarla tavsiye edebileceğim netlikte bir roman.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder