Birçoğuna kulağımız aşinaydı, hatta hemen hepsini karakterlerine kadar tanıyorduk, ama elimiz bir türlü romanlarına gitmedi. Bazılarının film uyarlamalarını da seyrettik. Buna rağmen onlara dokunarak okuma fırsatını kendimize sunamadık bir türlü.
NTV Yayınları'nın bu görünmez duvarı yıkma çabası, ilk olarak William Shakespeare'in Macbeth eserinin çizgi roman uyarlamasını okurlara sunmasıyla başladı. Machbeth'i Franz Kafka'nın Dava'sı, sonra Mary Shelley'in Frankenstein'ı izledi. Tüm bu eserler, doğaları gereği çizgi romanın yapısına hizmet edecek kadar gerçeküstü öğelere sahipti. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı işte tam burada onlardan ayrılıyor.
Suç ve Ceza, gerçek olmamasını dileyeceğimiz derecede, bizi dehşete düşürecek bir öyküye sahip. Suç ve Ceza'nın başkahramanı Raskolnikov'un bu gerçekçi öyküsü çizgi roman için belki de bir meydan okuma olacak. Hatta bu öyle bir meydan okuma ki, bir çizgi romanın alışıldık çocuksuluğunu kökten yitirmesine sebep olacak ve bu çizgili dünyanın yetişkinlere de seslenebileceğini kanıtlayacak.
Dostoyevski uzmanları onun her zaman, yazdıkları ve yaşadıklarının iç içe olduğunu söylüyor. Belki de bu yüzden, çevrelerine ve kendilerine felaket getiren kahramanları bu denli çarpıcı. Şimdi Raskolnikov'u hem okuyacak, hem de görebileceğiz. Her ne kadar çizgi de olsa, çarpıcılığını yitirmeyecek.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder