Hayatın belli kalıplara (matematiksel hesaplar, çözümlemeler, gelecek, dün bugün, suç) göre yaşanmaya başlamasından sonra bile insanın sırf insanlığını kanıtlamak için çaba harcayacağını, bir piyano tuşu olmadığını kanıtlamak için her türlü rezilliği çıkartacağını söylüyor yeraltı adamı. İnsan nankördür! İnsan insanlığının gereğini yapar yani tüm rezilliklerini, hatalarını; çünkü yaşamasının özü budur. "Yeraltından Notlar"ın temel fikri de büyük ölçüde budur aslında. Yeraltı adamı sadece gözlemlenebilen ve kendine açık bir türdür. Okuyucu kitabı eline aldığında kendi yarattığı kulu izleyen bir Tanrı edasıyla okur satırları ve hatalarını kabullenip yaptıklarının gerçek yüzünü bize gösteren bu adamı bir yandan aşağılar iç benliğinde, bir yandan da benimser çok daha derinlerde. İşte yine yeraltı adamının dediği gibi insanın sadece huzuru, refahı sevdiğini sanması; ancak acıda bulduğu hazzı da hiçbir zaman gözardı edememesinin ve etmemesi gerektiğinin kanıtı da budur aslında. Bir yandan kusursuz insan profiliyle kendini koyar kişioğlu kitabı okurken ortaya, diğer yandan tüm kusurlarını yeraltı adamında görüp onun bunları açıkça söyleyişiyle alay ederken kendi sessizliğini baltalar çığlıkları. "Yeraltından Notlar"; insanı anlatmayı başaran en iyi kitaplardan biridir bu yüzden de kanıtlar ki insanı anlatmak için yüz-yüz elli sayfa bile yeter. Tek başına hayatı değiştirmesi elbette mümkün değildir; okuyucunun birikimi, algısı ve düzey durumu da doğrudan değerlerini belirler bu notların.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder