Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Terskarga




Toplam oy: 136

Dünya tarihini değiştiren, konumuzla alakalı en önemli icatlardan biri yazı ise diğeri kuşkusuz matbaadır. Matbaa denildiğinde de akla gelen ilk isim 3 Şubat 1468 yılında hayata gözlerini yuman Johannes Gutenberg’tir. Modern matbaacılığın babası olan isimden önce de matbaa Çin’de yüzyıllar öncesinde kullanılıyordu. Bu yüzden kendisinin farkının, aslında metal harfleri kullanıma sokmasından kaynaklandığı söylenir ama tek başına yeterli bir açıklama değildir. 11. yüzyıl ortalarında Çin’de Pi Sheng baskı harflerini keşfetmişti fakat kilden yapıldıkları için dayanıklı değillerdi. Daha sonra bunları Çin ve Kore’de geliştirdiler. Hatta Kore devletinin kendisine ait metal harfler üreten dökümhanesi bile vardı.

 

Avrupa’da Gutenberg’ten önce de matbaa vardı. Fakat pratik bir baskı tekniği olmadığından, baskı kalıpları birçok kitabı kopyalamaya yarasa da her kitap için ayrı baskı kalıbı hazırlanmasını gerektiriyordu. Değişik kitaplar basmak kolay olmadığı için yaygınlaşamıyordu. O, önemli gelişmeler yaptı: Baskıya uygun metal alaşım, harfleri dökeceği kalıp, yağ tandanslı baskı mürekkebi ve baskı için uygun olan bir makine… Basit gibi gözükmesine rağmen çok büyük bir gelişmeydi. Şu an okuduğunuz bu yazının basıldığı dergi de dâhil olmak üzere düşüncelerin her yere ulaşmasına olanak sağlamış ve reformların oluşmasından, bilimin gelişmesine kadar pek çok alana etki etmiştir.

 

Mesela; kitap okumak yerine cep telefonunda bir şeyler yapmayı tercih ediyorsun ya, matbaa olmasa şu anki telefonları yapacak bilgi ortaya çıkmayabilirdi!

 

Telefonu icat eden Alexander Graham Bell’i ele alalım… Babası ve dedesi ömürlerini işitme engellilere adamış. Annesi de doğuştan işitme engelli olan Bell’in özellikle babası, işitme engellilere, duyamasalar da konuşmayı öğretecek yöntemler üzerine çalışmalar yapmış. Babasının ölümünün ardından, onun çalışmalarını tanıtmak ve yaymak için gittiği ABD’de işitme engellilere dil öğretmeni yetiştiren okulda çalışmış ve sonra kendi okulunu kurmuş. Ünü yayılınca da Oxford Üniversitesi’ne konuk öğretmen olarak çağrılmış.

 

İngiltere’de bulunduğu sır

 

ada eline geçen Alman bilgin Hermann von Helmholtz’un -ki kendisi hakkında yaşadığı dönemde Fiziğin Başbakanı denirmiş ve boşuna arama Türkçe kitabı yok(!)- işitme fizyolojisine ilişkin kitabını okumuş. Kitaptan yola çıkarak müzik sesinin bir tel aracılığı ile aktarılabileceği düşüncesi üzerinde yoğunlaşmış. İşte, telefonun ortaya çıkmasına öncü olacak bu kitap bir matbaada basılmasaydı, olamayacaklar! Sonra tabii İbrahim Müteferrika… 1450 yılında Gutenberg’in matbaasından sonra Osmanlı’da 1567’de Ermeni cemaati ve 1627’de de Rum cemaati kendi matbaalarını kurarlar. Devlet, Osmanlıca herhangi bir metnin bu matbaalarda basılmasını yasaklamıştır. Macar asıllı sonradan Osmanlı olan ve çeşitli diller konuşabilen, iyi eğitimli Müteferrika, devletin çeşitli kademelerinde görev almış iyi eğitimli bir isimdir.

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında Fransa’ya elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi yanında oğlu Mehmed Said Efendi’yi de götürür. Said Efendi orada boş durmaz ve birçok yeniliğin Osmanlı İmparatorluğu’na taşınmasını sağlar. Aynı zamanda Paris’te bir matbaayı ziyaret eder ve İstanbul’a dönüşünde bu konuda çalışmaya karar verir. İstanbul’a döndüğünde Müteferrika ile tanışarak beraberce Nevşehirli Damat İbrahim Paşa desteği ile (tek şartı dini olmayan eserler basılmasıdır) bir matbaa kurmak için çalışmalara başlarlar. Böylelikle 16 Aralık 1727 tarihinde Darü’t-Tıbâati’l Amire isimli ilk matbaa kurulur. Makine ve Latin alfabesi kalıpları yurtdışından getirilmiştir. 17 kitaplık bu serüven aslında uzun bir hikâye… “Neden matbaa?” sorusu için bizzat Müteferrika’nın kendisinin kaleme alıp yazdıkları… Damat Ferit Paşa’ya sunumu… Ama yerimiz dar… Onlar da başka bir yazının konusu olsun! Bir de Yalova’daki İbrahim Müteferrika Kâğıt Müzesi’ni gezmeniz menfaatiniz icabıdır!
Yumurta - tavuk paradoksu misali bugün, rahatlık içinde, konforlu biçimde yaşamamızın en büyük kaynağı bu bahsettiğim ve tarihte isimleri yer almasa da küçük küçük katkı sağlayan diğer pek çok değerli isim… Kitap, deyip geçmeyin, çok sevin, çok okuyun, çok okutun!
“Macar - Tefrika-i Müteferrika”
Evet, roman okuyarak tarihi öğrenemeyiz belki ama ilgimizi çeken romanlar tarihe karşı ilgimizi çekebilir. Aslında bu kitap biraz da bundan dolayı okunmalı…

İlk matbaamızın kurulduğu tarihe dönük bile tam bir bilgi yokken -Evet, n’olacak bu bizim meraksızlığımız, maalesef merak ettiğimiz şeyler daha çok dedikodu sınıfına girecek şeyler(!)- böyle bir roman mutlaka okunmalı… Yazarın kitabı yaklaşık 10 yılda tamamlanması da ayrı bir merak konusu oluşturuyor.

Roman, İstanbul’dan Moskova’ya yolculuk yapan ve tesadüfen Macar bir Türkoloğun eline geçen bir defterle başlıyor. Defter, Müteferrika’nın ağzından konuşuyor okurla... Kitaptaki ilginç şeylerden biri de tasarımı: Macar Türkolog, Müteferrika’ya ait olduğunu düşündüğü defteri okumaya başladığında romanın sayfaları da değişiyor. Sarı, farklı bir kâğıt oluyor.

Bu kitabı merak etmeyeceksek, başka neyi merak edeceğiz değil mi? Eskileri okumadık ki yenilere bakalım diyenlere!

Macar – Tefrika-i Müteferrika, Solmaz Kâmuran tarafından yazılan kitap İnkılap Kitabevi yayınlarından çıkmış…

“Hayat, krallarla yoksulların yolunun çakıştığı bir köprüdür.”

“Benim için en büyük acı ve korku, ne ölmek ne de yoksul kalmak, hülyasız bir hayatın çilesini doldurmak zorunda olmak…”

“Hayat, bir nehirde karşıdan karşıya geçmeye benzer, yola çıktığında varacağın kıyı uzaklardadır, oraya yaklaştığındaysa ayrıldığın kıyı... Ama işin özü, bu yolculuğun sana ve senin ona kattığı manada saklı...”

“Çalışmak ve ortaya iyi şeyler çıkartma arzum ruhumu öylesine sardı ki bir de baktım kalbimde kötü duygulara, nefretlere yer kalmamış, bir zamanlar var olanlar da kuruyup toza dönüşmüş; zaaflarımı sulayıp yeşertmedim, tamamen yok olmasalar da kıyıda köşede cılız birer ot olarak kaldılar.”

“Matbaa çok önemliydi, Avrupa bunu neredeyse üç yüzyıl önce anlamıştı, şimdi sıra geç de olsa buradaydı. Belki de burada olmam gerekiyordu, benim de görevim buydu…”

Gerisi… Al, oku, dünyanı değiştir!

* Bülent Ortaçgil’in “Kimseye Anlatmadım” şarkısından…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.