Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

T.S. Eliot'ın Nobel konuşması: "Şiir, sanatın en yerel dalıdır"




Toplam oy: 1085

İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.

 

Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?

 

Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, ödül töreni sırasında yaptığı konuşmayı yayınlamaya devam ediyoruz.

 

İşte, Thomas Stearns Eliot'ın 1948 yılında yaptığı konuşma:

 

 

Sizlere bu akşam neler söylemem gerektiğini düşünürken, yalnızca İsveç Akademisi'nin bana bahşettiği bu yüksek onur karşısında duyduğum şükranı bildirmek istedim. Ancak bunu layıkıyla yapabilmek, kolay bir iş değil. Benim işim kelimelerle, ancak kelimelerime hâkim olamıyorum. Örneğin bir kelime adamına bahşedilebilecek, uluslararası onurların en yücesine layık görüldüğümün farkında olduğumu dile getirirsem, herkesin bildiği bir şeyi söylemiş olurum. Buna layık olmadığımı söylemem Akademi'nin bilgeliğine şüphe düşürür, Akademi'yi övmemse bir edebiyat eleştirmeni olarak şiirime verilen onayı kabul ettiğim anlamına gelir. Bu nedenle, bu ödülü aldığımı öğrenince hissettiğim, böyle bir anda normal sayılabilecek heyecanın, kendimden duyduğum memnuniyetin, okşanan gururumun ve bir gecede topluma mâl olmanın getirdiği hiddetin, doğal karşılanmasını rica edeceğim. Nobel Ödülü diğer ödüllere benzeseydi ve yalnızca yüksek dereceli bir ödülden ibaret olsaydı, şükran duygularımı ifade edecek kelimeler bulmaya çalışırdım. Ancak diğerlerinden o kadar farklı bir ödül ki duygularımı ifade etmeye dilin kaynakları yetmiyor.

 

Bu nedenle, Nobel Edebiyat Ödülü'nün önemini kendi yorumumu katıp anlatarak, hislerimi dolaylı yoldan ifade edeceğim. Eğer bu ödül yalnızca liyakate verilseydi ya da karşınızda ülkesinin ve dilinin sınırlarını aşan bir yazar bulunduğunu onaylasaydı, o kadar da farklı bir ödül olmadığını söyleyebilirdik. Ancak bana göre, Nobel Ödülü, bir onaydan daha fazlası. Benim için daha çok, zaman zaman şu ya da bu ulustan bir bireyin, şereflendirilerek, bir rolü yerine getirmek ya da bir sembol olmak için seçilmesini ifade ediyor. Bir törenle, bir kişiye daha önce hiç yerine getirmediği bir işlev bahşediliyor. Bu durumda soru, bu kişinin diğerlerinden ayrı tutulmaya değer olup olmadığı değil, ona verilen bu işlevi yerine getirip getiremeyeceğidir. Bir sembol, bir temsilci olarak görevlendirilmenin önemi, o kişinin yazdıklarının değerinden çok daha büyüktür.

 

Şiir, tüm sanat dallarının en yerel olanı olarak nitelendirilir. Resim, heykel, mimarlık ya da müzik, görene ya da dinleyene zevk verir. Ancak dil, hele de şiir dili başka bir konudur. Görünüşe bakılırsa şiir insanları birleştirmek yerine onları ayırır.

 

Ancak diğer taraftan şunu da hatırlamamız gerekir ki, dil sınırlar koyarken şiir de bu sınırları aşmaya çalışmamız için bir neden sunuyor. Başka bir dile ait olan şiirden zevk almak, o dili konuşan insanları tanımaktan da zevk almaktır ve böyle bir anlayışa başka türlü erişemeyiz. Şiirin Avrupa'daki tarihini ve bir dilin şiirinin, başka bir dil üzerindeki etkisini düşündüğümüzde, dikkate değer her şairin, kendi dili dışındaki dillerin şairlerine olan büyük borcunu hatırlamalıyız. Yabancı dillerin şiirleri tarafından beslenmeyen şiirlerin ve dillerin zayıflayacağını ya da yok olacağını unutmamalıyız. Bir şair kendi halkına konuştuğunda, onu etkileyen diğer dillerin şairleri de konuşur. Öte yandan o, diğer dillerin genç şairlerine de konuşur ve bu genç şairler onun hayat görüşünü ve halkının ruhunu kendi halklarına yansıtırlar. Diğer şairleri etkileyerek veya şiirlerini başka dillere çeviren şairler sayesinde ya da şiirlerini orijinal dilinden okuyan okurlar vasıtasıyla, insanlar arasındaki anlayışın gelişmesine katkıda bulunur.

 

Kuşkusuz her şiirde yalnızca şairle aynı bölgede yaşayan, aynı dili konuşan insanlara hitap eden bir şeyler bulunmaktadır. Ancak "Avrupa şiiri"nin de, dünya genelinde "şiir"in de bir anlamı var. Bana göre şiir sayesinde farklı ülkelerin ve dillerin insanları, buna her ülkenin az sayıda insanı aracılık etse bile, birbirleri hakkında kısmi ama önemli bir algıya sahip oluyorlar. Ben de, bir şaire verilerek, şiirin uluslarüstü değerini teslim eden Nobel Edebiyat Ödülü’nü bu hislerle alıyorum. Bu onayı verebilmek için zaman zaman bir şairin seçilmesi gerekiyor. Ben de karşınızda, kendi liyakatimle değil, şiirin önemini temsil eden bir sembol olarak duruyorum.

 

 


 

 

* Çeviren: Elif İlik

 

* Diğer Nobel konuşmaları için tıklayınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.