Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

“Hayat gerçekten de eşsiz”: Halil Cibran’ın aşk mektupları




Toplam oy: 563

Edebiyat ve felsefe deyince akla ilk olarak dilin kıvraklığı ile düşüncenin keskinliği bir araya gelse de, arka planda sıklıkla aşk hikayesi görürüz. Ustaca ve birikimle yazılan mektuplar oluşturur bu hikayeyi. Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof Halil Cibran da aşk mektuplarıyla bilinen isimlerden.



Hakikat ve aşkınlık üzerine ortaya koyduklarıyla bilinen Halil Cibran,10 Mayıs 1904’te, bir arkadaşının stüdyosunda hayırsever bir sanat patronu olan Mary Elizabeth Haskell ile tanışır. Cibran’ın resimlerinden etkilenen Haskell, Paris’te sanat okuması için Lübnan asıllı ressama bugünün 2000 dolarına tekabül eden bir miktarı aylık olarak gönderir. Bu durumdan etkilenen Cibran, arkadaşına yazdığı bir mektubunda “Gün gelecek ve ‘Mary Haskell sayesinde sanatçı oldum,' diyeceğim,” diyerek ona hayranlığını dile getirir.

 

 

 

Paris’ten Haskell’a yazdığı ilk mektuplarından birinde Cibran şöyle der: “Mutsuz olduğum vakit, sevgili Mary, senin mektuplarını okuyorum. İçimdeki ‘ben’ sisin içinde kaybolduğu vakit küçük kutudan iki üç mektup alıp yeniden okuyorum. Bana kendi asıl benliğimi hatırlatıyorlar. Hayatta yüce ve güzel olmayan ne varsa aldırmamamı sağlıyorlar. Her birimizin, istirahate ihtiyacı var sevgili Mary. Ruhumun istirahat ettiği yer de sana dair bildiklerimin hayat bulduğu zarif bir meyve bahçesi.”


Cibran Haskell’a aşık olmuştur ve bunu mektuplarında gören Haskell, evlilik teklifini nasıl kabul ettiğini şöyle dile getirir: “Halil beni sevdiğini ve benimle evlenmek istediğini söyledi ama ona yaşımdan ötürü bunun mümkün olmayacağını söyledim. ‘Mary’ dedi bana, ‘sana sözlerimle ne zaman yaklaşmaya çalışsam uzak diyarlara uçup erişilmez oluveriyorsun.’ Ben de ‘Seni yanımda götürüyorum,’ dedim. Ve ekledim, 'Arkadaşlığımızı baki kılmak istiyorum, iyi bir arkadaşlığın zavallı bir aşk ilişkisine dönüşmesinden korkuyorum.' İşte bundan sonra Halil ne demek istediğini açıklamıştı. Ertesi gün yanıma gelmişti ve ona evet demiştim.”


Ancak Cibran ve Haskell, dönemin koşullarında radikal sayılabilecek bir hamle yaparak evlenmemeye ve bunun yerine ömür boyu birbirlerinin en yakınında olmaya karar verdiler. Bu kararın ardından Haskell, Cibran’a “İlişkimizin ebedi olduğunu hep biliyordum. Bilinçli birlikteliğin devamını istedim,” diye açıklayacaktı gerekçesini.


Ancak bu durum onların ilişkisini söndürmek yerine daha da alevledi. Cibran’ın aşkın en çok tanımlandığı, en çok dilde kendini bulduğu mektupları, bu olaydan bir ay sonra yazılmaya başlandı: “Ah bu güzel şeyleri seninle görmeyi ne çok isterim. Bunları bir gün birlikte görmeliyiz. Büyük bir sanat eserinin önünde tek başıma durunca çok yalnız hissediyorum. Cennetin tadını çıkarabilmek için bile sevgili bir eş gerekli.”

 

 


Cibran’ın mektuplarında aşkın tanımına dair küçük izler bulmak da mümkündü: “En muhteşem şey Mary, şu tuhaf biçimde, başkalarına yabancı olan güzel olan dünyada, ikimizin birlikte, el ele daima yürüyor oluşu. Tek el olup hayata tutunuyoruz. Hayat gerçekten de eşsiz.”



Cibran, Haskell’a yazdığı mektupları ise şöyle tanımlıyordu: “Keşke bana yazdığın mektupların ne anlama geldiğini sana anlatabilsem sevgili Mary. Ruhumda ruh oluyorlar. Hayatın gönderdiği mesajlar olarak okuyorum onları. Bir şekilde, en çok ihtiyaç duyduğum anda geliyorlar ve daha çok günü, geceyi ve hayatı arzuladığımız bir cevheri beraberinde getiriyorlar. Yüreğim ne zaman çıplak ve ürkek kalsa Mary, birinin bana tüm çıplak ve ürkek kalpler için yarının olduğunu söylemesi için derin bir ihtiyaç duyuyorum ve bunu sen bana söylüyorsun.”



Elbette Cibran’ın Haskell’a yazdığı mektuplar bunlardan ibaret değil, yüzlercesi daha var ve birçoğunda Cibran’ın benliğin diğer kişilerle ilişkisi ile aşktaki içtenlik ve bağımsızlık dengesi konusundaki düşüncelerini çıkarsamak mümkün. Edebiyat, felsefe, sanat ve aşkın tuhaf ve eşsiz bir birliktelik oluşturduğu ise gerçek.

 

 

 


 

 

 

Görseller: Halil Cibran

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.