Erdal Öz
12 Mart olayları edebiyatımıza pek çok örnekle yansıdı da, 12 Eylül olayları neden pek az yansıdı?
Soru bu.
Düşünelim:
Türkiyemizin yaşadığı talihsiz, bir o kadar da uğursuz iki tarih: 12 Mart, 12 Eylül.
12 Mart'ı, aydınlık insanların, aydınlanmacı düşüncenin üzerine karadan açılmış organize ateşler diye niteleyecek olursak, 12 Eylül'ü aynı hedefe yapılmış acımasız bir bombardımana benzetebiliriz.
12 Mart döneminin eleştirmenleri, 12 Mart edebiyatı diye bir kavram uydurmuşlardı. Böyle bir edebiyat tanımlaması olamazdı. 12 Mart'ı yakından yaşayan yazarlar, yaşadıklarının, gördüklerinin, duyduklarının etkisiyle, kendi yaratıcı özellikleri içinde, ister istemez edebiyatlarına bu yaşanmışlıkları taşımışlardı. Her edebiyat yapıtının başlangıcında -az ya da çok- bir yaşanmışlık vardır. Bir edebiyat yapıtının çıkış noktasıdır bu. O dönemi yaşayan yazarların yapıtlarında da o ağır günlerin yaşanmışlıkları ister istemez yer alacaktı.
12 Mart döneminin yaşanmışlıklarından çıkan pek çok öykü, roman yazıldı. Yazıldı, çünkü pek çok yazar o günleri içinden ya da yakınından yaşamıştı.
Daha ağır koşulların yaşandığı 12 Eylül'ün edebiyatta kendine daha az yer bulmasının nedenlerinden birinin, 12 Eylül'ü içinden ya da yakınından yaşayan kişilerin içinde pek az yaratıcı yazarın bulunması olabilir diye düşünüyorum.
Bir başka neden de, ilkinde daha hafif de olsa, ikincisinde daha ağır da olsa, iki askeri eylemin temelinde aynı çıkış noktasının bulunması olabilir. 12 Mart da, 12 Eylül de birbirine benzer eylemlerdir. Birinin başlayıp tamamlayamadığını ikincisi silip yok etmeye kalkışmıştır.
Bunda başarılı da olmuştur.
Biraz daha ileri giderek belki şunu da söyleyebiliriz: 12 Mart döneminin eylemcileri, birbirine çok yakın iki üç sol örgütün üyeleriydiler. Oysa 12 Eylül'de yola çıkan eylemciler, sayı-sız bölünmüşlüğün temsilcileriydiler. Fraksiyon çokluğu, görüş farklılığı da yazarların ilgi yönünü şaşırtmış olabilir.
Bunlar ilk aklıma gelen nedenler.
Biz 12 Mart'ı yaşayanları, yaşanmışlıkları yazdıklarına yansıtanları, 12 Eylül'ü sessizce izleyenler olarak kimse tanımlayamaz. 12 Eylül'de de yalnızca eylemciler değil, Türkiye Yazarlar Sendikası, Barış Derneği üyeleri de acımasızca yargılandılar. Aziz Nesin gibi yaratıcı bir kavgacı yazarın öncülüğünde 12 Eylül uygulayıcılarına karşı demokrasiyi savunan, sonradan Aydınlar Dilekçesi Davası' olarak adlandırılan bir direnişin içinde bir sürü insan, önce Selimiye kışlasında sorguya çekildi, sonra da Mamak sırtlarında yargılandı. Orada hiç de aşağıdan aldığımız söylenemez.
Edebiyatın amacı, yaşananları bire bir yazmak değildir. Olamaz. 12 Eylül'ü yazmak, bir anlamda 12 Mart'ı çoğaltmak olacaktı. Böyle de düşünülebilir.
Sonuçta 12 Mart da, 12 Eylül de, aynı amaçla yapıldığına göre, edebiyatımıza yansımalarını ayrı ayrı değerlendirmemek gerekir, diyorum.
12 Mart'ın etkilerini yapıtlarına ilk taşıyanlardan biri olarak, Yaralısın adlı romanım da, Kanayan adlı öykü kitabım da, Gülünün Solduğu Akşam ve Defterimde Kuş Sesleri adlı anı-romanlarım da 12 Mart için de, 12 Eylül için de geçerlidir bence. Tıpkı 12 Mart sonrası yazılan pek çok kitap gibi.
Yaratıcı yazarın yazdıkları, yazacakları, ille de yaşadığı dönemin tutanakları olarak düşünülemez. Ama yazar, o dönemin yansıtıcısı olabilir de, olmayabilir de. Belki de o yazar, yaşadığı döneme tanıklık etmek yerine, daha önce başka yaşanmışlıklara tanıklık edecektir. Tıpkı 12 Eylül'ün, ya da 12 Mart'ın bundan sonra da edebiyat yapıtlarında yer alabileceği gibi.
Yeni yorum gönder