Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

A'dan Z'ye Faruk Duman




Toplam oy: 816

Bugün (6 Mart) Faruk Duman’ın doğum günü. İpekli Mendil yazarlarından Servan Güney, Faruk Duman’ın öykülerinden yola çıkarak hazırladığı mini bir sözlükçeyle yazarın doğum gününü kutluyoruz. İyi ki doğdun Faruk Duman!

 

AT: “Öyle bir atı vardı ki Süleyman’ın, bu at kuyruğunu sallayarak peşindeki hayvanlara emirler veriyor, başını kaldırıp kişnedikçe havada kuşlar akla zarar cayırtı kopararak inip kalkıyorlardı. Dişleri parıldayan bir attı bu; kimilerinin ağız zannetiği kında bu dişlerdi, görünüp kayboldukça insanın gözünü alıyordu.” (İstanbul’un Hz. Süleyman Tarafından Ele Geçirilmesi – İncir Tarihi)

 

 

BAHANE: “Elbette, her türlü böcekle hayvanı öncelikle, yani onu kendisi saymadan önce, bizim bir habercimiz, bir bahanemiz saymak gerekir. Böylece onları yöneten kanunlara bakıldığı zaman bizim kanunlarımızın kaynağı da görülmüş olacaktır.” (Bahaneler – İncir Tarihi)

 

 

CİN: “Derken, bu gümrah ateşin içinde kel, gerdanlı br kafa belirdi. Bu adam, Alaaddin’in lambasından fırlamış cine benzemekle gözyaşları içindeydi. Konuşmuyordu, bir yere gittiği ya da bir yerden geldiği de yoktu, çevresinde de kimse olmamakla bu sağlıklı, gürbüz şahbaz, bu saatte benim karşıma neden çıkmıştı, bunu anlayamamıştım.” (Rüyaların Nedenleri Hakkında – İncir Tarihi)

 

 

ÇAN: “Elbette. Yine biz örneğin kiliseye gitmeyiz, rahipleri ne tanıdığımız vardır ne de onlar hakkında en ufak bir fikrimiz bulunur, ama her gün aynı saatlerde tekrarlanan çan saatlerini tanırız. Dolayısıyla bu çan sesleri bize bir şey anlatır. Zira bu kutsal sesin Hristiyanları kiliseye çağırdığını biliriz.” (Kelimelerin Niteliği Hakkında Konuşma – İncir Tarihi)

 

 

DEVE: “Feridüddin-i Attar, Allah’ın selamı üzerine olsun, o taşın içindeki deveyi görür, der. Gerçekten, bir deve, bir taşın içinde olmayacak da nerede olacak. Devenin yeri orasıdır, ama hikmet sahiplerinin, onu görebilmek için, bu iş Allah’a özgü olduğundan, önce kendi varlıklarından geçmeleri gerekir.” (Aşk Üzerine – İncir Tarihi)

 


EFENDİ: “Başlayınca, askerlerden biri sormuş: -Ateşin niye yaktınız erenler? –Bu uğursuz menduru hemen yok edeceğiz, demiş köylülerden biri. Celladın yeri hükümdarının yanında gerek. Hükümdarımızın kapısında ihanetlik etmiş celladı biz ne yapalım? –Celladın ölmesin istese bunu padişahımızın kendisi yapardı, siz kim oluyorsunuz ki kendi kendinizin efendisi gibi davranıyorsunuz?” (Bir Celladın Öyküsü – İncir Tarihi)

 

FİL: “Doğrusu, Allah böyle hükümdara her şeyi ölçme fikrini vermiş olmaya; hemen bir fil getirdiler, zavallı fili boğazın ortasında, İstanbul’un dört bir yanından getirilmiş kasaplar marifetiyle boğazdılar, kanını da denize akıttılar. Filden o zaman öyle akla zarar bir böğürtü koptu ki Edirne’de evlerin sallandığı söylenir.” (İstanbul’un Hz. Süleyman Tarafından Ele Geçirilmesi – İncir Tarihi)

 

GEYİK: “Gerçekten de ormana daha yeni girmiştik ki önümüze bir geyik ölüsü çıktı. Geyik neredeyse tam tamına kızın öldüğü yerde duruyordu. Bunu görünce Ümmik bana korkuyla baktı. Sanırsın bende ilahi bir güç, ya da acayip bir şey var; beni söylediklerine kanıtlar bulmakta zorluk çekmeyen, kanıt yoksa bunu hemen oracıkta yaratan biri zannetmişti.” (Ümmik – İncir Tarihi)

 

HANÇER KÜPE: “Aklımda kesik bir baş, güneşle kararmış iri yarı bir kulakta sallanan bir hançer küpe kalmıştı. Ama şunu elbette uyandığımda ancak anlayabilmiştim. Vaktiyle, dükkâna gidip gelmeye yeni başlamıştım, gördüğüm acayiplikler karşısında coşkuya kapılıyor, pirinci bir beyaz altın gibi toz halinde elimden çuvala akıttıkça, nedense dünyayı gezip görmek arzusuyla içimde yeni yeni uyanmaya başlayan bir arzuyla yanıp tutuşuyordum.” (Rüyaların Nedenleri Hakkında – İncir Tarihi)

 

IŞIK: “Derken ışığın gerçekten de bu mağaraya çok yakın bir köyden geldiğini anladık. Biz yaklaştıkça irili ufaklı başka ışıklar belirdi; bir kalabalık toplanmış olmalıydı. Yağ lambaları titreyerek eriyor, bu lambaların yanında, önünde, arkasında oturmuş gölgelerden kedirli mi kederli bir mırıltı yükseliyordu.” (Allah’ın Yardımıyla Bir Suçsuzun Beladan Kurtulması – İncir Tarihi)



İLKGENÇLİK:
“Sözgelimi, çıkıp dağlarda yükseldikçe başım dönüyor, içime tuhaf bir korku düştüğünden, daha yükseğe çıkmaya cesaret edemiyordum. Durup uzaklara bakarak süyüklüyor, rüzgârın sesini, kokusunu dinleyerek ilkgençliğimin aşka özlem duyan ilk zamanlarını böylece heba ediyordum.” (Kovuğun Öyküsü – İncir Tarihi)

 

 

JOHN DEWEY: “Kütüphaneciler, John Dewey’den beri, kütüphanelerde yer alacak kitapları sınıflama sorunuyla boğuşuyorlar. Haksız da sayılmazlar doğrusu. Binlerce kitabın arasında aradığımızı kolayca bulmamız nasıl mümkün olabilir? Bakılırsa, bir kütüphanenin sürekli beklenen bir yaratık olduğu açıkça görülecektir çünkü.” (Adasız Deniz ve Aperatifler  – Defterden Notlar)

 

KUŞ: “Kara tüylü, kara burunlu bu kuş, arada gözlerini gözlerimize dikerek, -Benim yerın aslında bunun burnudur, demekle hepimizi şaşkına çeviriyordu. Adam varsın yana yakıla kuşun kendine ait olduğunu, onu korkunç bir ormanda yaralı bir halde bularak kurtardığını söyleyip dursun.– Zira kurtardığı bu kuşu omuzunda gezdirerek hem dünyayı gezip görme arzusunu gideriyor hem de geçimini sağlıyordu.” (Tüneğini Yanında Taşıyan Kuşun Öyküsü – İncir Tarihi)

 

LOŞ: “Tavandan aşağıya loş bir ışık düşüyordu. İçerisi çoğunlukla karanlık olduğundan babam burada hep bir fener yakar, bu sırça fanus, yandıkta dükkanı bir gölgeler alemine çevirdi.” (Derken Başıma Türlü İşler Geliyor  – İncir Tarihi)

 

MAĞARA: “Tuhaf resimler varmış mağarada; hasıt kulübeler, acayip acayip silahlar, süslü tavuslarla uzun kuyruklu boğalar, birbirlerini yemeye çalışan kesik başlar, hızla büyüyen, büyüdükçe çürüyen ağaçlar, ağaçlardan fışkıran görülmedik meyveler, meyvelerden çıkan işitilmedik sesler, sonra bütün bunların arasında gülen, ağlayan, homurdanarak acayip sesler çıkaran köpek başlı adamlar, toynaklı kediler, boynuzlu köpeklerle eyerli yılanlar.” (Geyikli Dede’nin Öyküsü – İncir Tarihi)

 

NEDEN SONUÇ: “Daha doğrusu nedenle sonuç, Allah’ın bizi yarattığı ilk günden beri yerli yerindeydi – ariflerle erenleri ayrı tutarım; onlar şeyleri kuşkusuz gönül gözleriyle bilir, Allah’a kendilerine özgü yollarla ulaşır, bu yüzden söyledikleri de hep zorlukla anlaşılırdı – ama biz böylece nedeni sonuç, sonucu neden bilegelmiş olduk.” (Bahaneler – İncir Tarihi)

 

ORMAN: “Ümmik, belime sarılarak kendini sağlama aldı. Tas da ensemden içeri girerek orada korkuyla kıstı ve ahırdan, ben eğilip ata bir güzel övgüler düzdükten sonra çıt çıkarmadan dışarıya uğradık. Temiz bir hava vardı. Orman gürültüyle esniyor, ön ayaklarını uzatıp gerinerek sanırsın uykuya hazırlanıyordu.” (Allah’ın Yardımıyla Bir Suçsuzun Beladan Kurtulması – İncir Tarihi)

 

ÖCÜ: “Belki ortada bir ses yoktu, yalnızca ses mi, bir yaralı hayvan, bir tuzak, bir öcü, belki hiçbir şey yoktu. Ama çok geçmedi, sesin gerçek olduğunu anladım. Birisi gerçekten de benim baktığım çalılıkta inliyor, yalnız, zavallı, çaresiz, orada öylece uzanmış bekliyordu.” (Ormanda Bir Avuç Tuz – İncir Tarihi)

 

PAPAĞAN: “Atlarından inenler vardı. Sırtları ya da avuçlarıyla inenlere yardım edenler, iştahla kaşınanlar, koyunlarında değerli yükler taşıyanlarla hayatlarında görüp görecekleri en güzel kadın kölelerle birer şarlatana dönmüş olanlar, yüklerinde dünyanın en ilginç hayvanlarını getirenler... Papağanlar – ki bunlar epey kaba sesleriyle konuşup durur, İstanbul’un bu yakasını hayretle izlerlerdi, iri kediler, fil yavruları, tek boynuzlu küçük geyikler.” (Derken Başıma Türlü İşler Geliyor – İncir Tarihi)

 

RÜZGAR: “Eski ustalardan öğrendiğimize göre, atların rüzgarlarla ilişki vardır. Alimler milletinden olup zamanımızdan çok önce yaşayıp sonra ansızın kırklara karışan Sema Efendi’nin, toprağı bol olsun, atların hareketlerini izleyerek rüzgarların yönlerini tayin ettiği söylenir.” (Atların Koşması ve Durması Hakkında – İncir Tarihi)

 

SU:  “Kuyunun evi yansın; bur derinlik kuyu mu olur, seslendi, yankısı bile gelmedi, bir çakıltaşı bulup attı, taş o gün bu gündür düşmekte. Çaresiz, kara çuhadan yeleğini çıkararak kollarını sıvadı da, ağam nasıl olsa benden habersiz, kağıdı ona ha bugün ulaştırmışım ha yarın, diyerek inemeye başladı. Bu serin kuyuda indikçe indi, indikçe indi, ama sanırsın dünyanın dibine varmakla suya erişemeyecek.” (Tek Kişiler, Ama İki Kişi Gibi Davranıyor – İncir Tarihi)


ŞAİR: “- Sen, ey Mesud, bir şair olup, ki benim bildiğim şairler kelimelere hükmeden kişilerdir, kelimelerin sana ne yaptığını bilmiyorsan ortada bir gariplik var demektir. (Kelimelerin Niteliği Hakkında Konuşma – İncir Tarihi)

 

TOPRAK: “Yine bir gün ben bu Kavuklu Efendi’yi karşıma aldım. Annem de bahçede otları yolmakla uğraşıp duruyordu. Herhalde yaz geliyordu. Annemdi yaz başlarını yalnızca evin değil, bahçenin temizliği ile de ilgilenerek geçirirdi. O zaman yorulmak nedir bilmez, neredeyse toprağı avuçlarıyla havalandırarak ortalığın toprağa yakışık bir kokuyla kokmasını sağlardı.” (Kavuklu’nun Başka Özellikleri – İncir Tarihi)

 

USTA: “Usta gemicilerin fırtınada gemilerini kurtardıkları görülmüş olmakla, gerçek bir deniz fırtınasından kutulmanın olanağı yoktur. Ki fırtına, denizin, karnını doyurmak üzere ağzını açması anlamına gelir.” (Denizler Ve Deniz Adamları Üzerine  – İncir Tarihi)

 

ÜMMİK: “Bu Ümmik, benden daha küçük – ama kaç yaşında olduğunu bilmiyordum, sormamıştım da hiç- sıska ama cin gibi bir çocuktu. Köyde bana deli gözüyle bakmayan bir o vardı ama o da öbürlerinin gözünde benden daha beter bir dili olup bunun bir sincabı vardı.” (Ümmik – İncir Tarihi)

 

VAKTİYLE: “-Vaktiyle, dedi, biz şimdi az önce kederli adamların köyünden geçtik ya. – Evet, dedim, devam et bakalım, hayırdır. – İşte doğrusu böyle bir keder olmaz, çünkü adamların gözü dönmüş. Seni bilselerdi etinden köfte yapacaklardı.” (Atların Koşması ve Durması Hakkında – İncir Tarihi)

 

YAY: “Hemen avcı milleti toplanmış, kaplanı vuralım, diye karar almışlar bu işi bir türlü başaramamışlar. Mızrak kâr etmiyor, kaplana ok işlemiyormuş. Öyle ki, yay bile, gerinmem efendim,  diyerek kaskatı kesiliyormuş.” (Aşk Üzerine – İncir Tarihi)

 

ZEKER: “Zeker, bilindiği üzere, bizden ayrı bir şeydir. Orada tek başına durur ve emirleri yalnızca kendisinden alır. Zeker ben bir zaman -belki bizim kendimizi bilmekliğimizden önce, Adem’in uykuda olduğu bir devirde, ne de olsa bir erkek olarak uyanmadan önce bu en eski babamız yüzlerce yıl uyumuştur, işte bu sırada- bizim vücudumuza konan orada, bacaklarımızın arasındaki yuvada bizim yiyip içtiklerimizle beselenen bir hayvan olduğunu düşünürüm.” (Aşk Üzerine – İncir Tarihi)

 

 

 


 

 

 

* İpekli Mendil yazarlarının hazırladığı siteye ve daha fazla içeriğe ulaşmak için tıklayınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.