ARDIÇ TOHUMU: “Güzel gözlüm... Geldiğinde ne kadar aç, nasıl da yalnızdın. Dağların üstünde uçmadığın, dolaşmadığın yer kalmamıştı. Beni bulduğunda güzün en ışıklı saatlerindeydik. Gücenmiş, bitkin düşmüş, umudunu kaybetmemiştin. Senin içinden geçene dek istek dolu biriyle karşılaşmanın ne tür bir tuzak olduğunu henüz kavrayamamıştım. Şimdi gövdemden eğrilerek yayılan o kımıltılı gölgeye baktıkça, rüzgarın hükmüyle azıcık sallandıkça, senin tutkunla büyüyorum gitgide. Sen gelince çok yalnız kaldım... Benim gibi bir ardıç tohumunun kısacık yaşamında yapabileceği en iyi şey, dönüşümün kendisi olmaktı.” Yaprak ve Tüy Zamanları – Doyma Noktası
BANYO: “Odun kazanının küçük musluğunu açtığında bakır kazana gürültülü su tıpırtıları vurunca, sanki sokakta teneke çalan bütün çocuklar banyoya doldu. Tüm kalabalık görüntüsüne, ne yapılsa da bir türlü düzene giremeyen mekansal eğretiliğine rağmen, ses geçirmeyen tek yer olan banyo, Canan’ın banyosu yani… sessizce yapılabilecek her şeyi gürültülü bir özgürlüğe dönüştürme tekliğiyle, kızın en rahat ettiği yerdi. Haldır huldur, söküle söküle soyunduğu biricik oda.” Aşkar – Sandık Lekesi
ÇAM FİDANI: “Dudaklardan ayrıldığı an, kadının hemen arkasında bir çam fidanı gördü ve ona sunacağı unutulmaz şeyi sonunda buldu… Tam istediği gibi, adam boyunu geçmemiş, beşini doldurmamış, çiğ yeşili iğne yapraklarını cömertçe savurmuş, gencecik bir çam. Ağacın çevresinde dolanarak hayranlıkla inceledi, tek tek dallarına dokundu, burnunu dayayarak dokusunu kokladı. Ama sonra, arka cebinden boynuz kabzalı, çelik bir çakı çıkardı. Hiç duraksamadan çakının keskin sırtını ağacın dibine dayayarak, elma soyar gibi çamın kabuğunu yavaş yavaş kaldırmaya başladı. Kabuğun altından gelen altın rengi, reçine kokulu yoğun bir sıvı, öbür elinde tuttuğu matara bardağının içine damla damla sızarken, kadın ve ağaç, ağaç ve kadın arasında titrek bir çığlık koptu. Ne kadın, ne ağaç adama karşı direnebiliyordu.” İnsan Dipleri- Doyma Noktası
DEVRİK BİR CÜMLE: “Dışarıdan bakınca, soluklarından cama vuran buğuyla yüzleri bulanıklaşmış iki kız çocuğu asla yan yana gelemeyecek iki güzel sözcük gibi kendi anlamını arayan devrik bir cümle yaratmıştı.” Sandık Lekesi- Doyma Noktası
ERKEK İLE DİŞİ: Erkek ile dişinin buluşma anı çok dokunaklıydı. İkisi de çok ürkmüş, sarsılmıştı. Birbirlerine bakmamaya gayret ettiler. Husumeti olan iki akraba gibi, bir süre sırt sırta durdular. Yuvaları darmadağın olmuş, alıştıkları sıcaklık, sevdikleri koku değişmişti. Bir iki hafta bu reddedişle geçti. Sonraki günlerde hayatta kalma direncini göstermeye başladılar. Yemi ilk kabul eden erkek oldu. Dişi ise kafesin tellerini gagalıyordu. Odadaki lamba, cılız ışıltısıyla hafif bir ısı yayıyordu. Dişi üşüdü, erkeğe yaklaştı. Erkek kıpırdandı. Biri rüzgar kokuyordu, öteki toprak. Erkek dişinin çevresinde döndü, dolandı. Biri yapraktı, öteki bulut. Birbirlerinin korkularını hissettiler. Kokularını değiş tokuş edip birer tül yaptılar. Örtündüler. Bir şey göremedim. Biri tüy, biri kanat. Gaga, pence, gövde, lacivert, gri, kırmızı, kuyruk, boyun, şiir, seviştiler. O uzun göç öyküsünün satır arasına geldiler, gizli, sessiz, yasadışı bir döllenme anına.” Kışlangıç- Sandık Lekesi
GENÇ YAZAR: “Anladım ki bize ait olduğuna inandığım Kışlangıç’ın öyküsünü, bizden biri yazamayacak. Bizden biri derken, düpedüz, içimizden birinin o kırlangıçla karşılaşmasını anlatmasını istiyorum. Bazıları, doksanlı yılların genç yazarlarını kastettiğimi sanabilir. Gerçi bu ‘genç’ kavramı herkese göre değişiyor. Kimine göre, ilk kitabı çıkan yazarlar, kimine göre yaşı küçük olanlar, kimine göre ise eserleri hâlâ okunan yazarlar, ‘genç yazar’ oluyor. Sanırım ben, ilk kitabı çıkan yazarlar arasına giriyorum. Çok da umurumda değil ya! Yazı ile zaman arasında atan ortak nabza kulak asmayanlar düşünsün.” Kışlangıç- Sandık Lekesi
HERKES: “Herkesin işi gücü var aynı benim gibi ve herkes bir yana savurmakta kendi bedenini ruhlarımız arkadan yetişiyor hayata yere düşürdüğümüz ukteleri toplaya toplaya bir ruhun gözle görünür en dokunaklı halidir saydam eliyle bir ümidi kavraması şimdi hiçbiri anlamayacaktır bunu…” Soyunuk- Esir Sözler Kuyusu
İSTİSMAR: “Birkaç hafta önce istismar denilen bir tavırdan söz etmişti babam. İnsanın insana ettiği kötülüklerin en küçüğü, öte yandan en aşağılık olanıymış istismar. O zaman ne demek istediğini pek anlamasam da, istismara açık zayıf yanlarımızdan yararlanarak, insandan insana çarpa çarpa mahvolduğumuzu, tarih öncesi bir cadının büyülü küresine baktığı gibi salonumuzda açılan kara boşluğa bakarken gördüm. Bir de kendi istismarımı…” Yüzeysel Şeyler Esir Sözler Kuyusu
JAPON BALIĞI: “Aklımdaki bütün biçimler tokmak kafalı bir japonbalığının altın pırıltısıyla yaldızlandı. O zaman hayalkafesim dar geldi göğsüme. İşte hıncımın kaynağı buydu benim. Darlık, bunaltı! Hayali bir şey olamamak. Elime alıp bütün gücümle sıkasım geldi onu. Ha yüreğim dedim, ha balık… Bu japonbalığı kadar küçük müyümdür? Tutunacak mantıklı bir neden uydurdum hemen: Bunu yaparsam kesin beni döverler!” Sessizlikler- Esir Sözler Kuyusu
KAMYON: “Kamyon, onun için bir sesti önceleri. Hırıltılı bir boşboğaz. Su isteyen, it bakışlı şoför. Ağır ağır yaklaşan bir toz bulutu. Akşamı boğan egzos kokusu… Her şey o akşam oldu işte! Kamyon yoldan gelir, yola gidermiş meğer. Yük taşırmış, terlermiş, kana kana su içermiş, cırmalayan kornasıyla selam verir, selam alırmış, güçlüymüş, gün gelir güçsüz düşermiş, kimi hızlı, kimi yavaş gidermiş, boş geçer, dolu dönermiş, boş geçer, dolu dönermiş…” Oğul- Sandık Lekesi
LEKE: “Büyük olasılık doğum lekesi olmalı ya da bir tür deri hastalığı; onu böylesi geri çağıran bunca şeyden sonra, yorgun ama ağrısız, biteviye beklemeye bırakılmış bu kemik yığını çocuk karşısında, budala sırıtışlarla bir ileri bir geri sallanıyor, dizlerini titretiyor, umduğu gibi bir acıya toslamak varken, Leke’nin olağan hallerini seyretmekten başka elinden bir şey gelmiyordu.” Sandık Lekesi – Doyma Noktası
MİSKET: “Mercan cebinden cafcaflı bir misket çıkarmıştı. Kendi parlak ününü imleyen kemik bir kapçikti bu. Kemik misketi iki parmağının ucuyla tutup geri kalan parmaklarını havada sallarken leblebi gözleriyle ince ayar yapıp hafifçe öne doğru kaykıldığı gibi tatlı bir dirsek hareketiyle ışıltılı misket dizisine doğru hızla attı. Kemik misketin döne döne başa çok yakın cam bir miskete ‘çat’ diye vurmasıyla bütün çocuklar iç geçirmişti.” Sandık Lekesi – Doyma Noktası
NİSAN: “Muhsin bu! Nisan’ı gözünden tanır, o nisan ne zaman ıslıklı kahkahasını atacak, ne zaman ellerini çırpacak herkesten iyi bilir. Telleri eğilmiş, kilidi bozulmuş, solgun şemsiyesi de öyle. Kemal ise hiç takmazmış nisan’ı, ne âşık olmuştur nisan’da, ne de birini gömmüştür toprağa. Hiçbir nisan Kemal’den hevesini almamıştır henüz.” Sarhoştuk Yıldızların Altında – Sandık Lekesi
ÖLÜM MELEĞİ: “Gülümser Hanım Teyze her an görebileceğini umduğu ölüm meleği için tedirgin uykulara dalacak, ondan gelebilecek, şefkatli, mavi renkli ses için duvarlardaki çıtlamaları bile duyacak ya da üç sokak ötede, bisikletten düşen çocuğu ağlamasından tanıyacaktı. Bu çileli bekleyişte gümüş gözlerini göstermeyen ölüm meleği, yuvarlak sözcükleri olan, soldan saga değil, sağdan sola giden, tane tane, pırıl pırıl cümleleri ne yazık ki kurmayacaktı.” Ortadan Yarısından – Sandık Lekesi
PARANTEZ: “(Yarım saat içinde gelişen bu acayip patırtıyı ayrıntısıyla anlatmak için, herhalde bir sürü parantez açmam gerek. Oysa bu parantezler, parantez parantez içindeler, acemiliğimi iyice yüzüme vuruyor; yazmanın insanı çaresizliğe sürükleyen bu garip serüveninde, uzun cümlelerin gösterişine kapılarak, düşüncemi yüzeye taşıyan bütün parantezlerimi unutturmak istiyorum aslında. Bir de hep yüzeysel şeyler boğuyor beni. Düşsel yaratıkların oynadığı değil, gerçek insanların yaratıklaştığı bir yüzeysellik benimki. Bu yüzden en iyisi olabildiğince kısa kesmek.)” Yüzeysel Şeyler – Esir Sözler Kuyusu
R HARFİ: “Konuyla ilgili kısa bir film gösterisinden sonra, sahneye çıkan şişman kadın sunucu, bütün salonu ‘r’ harfi ile doldurarak, abartılı jestlerle uzunca bir şiir okudu. Şairi bilinmeyen bu şiir, güneşin tanrısal üretkenliğini anlatıyordu.” Sen Çalmadan Önce – Esir Sözler Kuyusu
SİGARA: “James’in de bir tane yakacağına güvenerek sigarayı parmağının ucuyla yavaşça çekti. James büyük bir memnuniyetle, avladığı balığı kızartrmak için sabırsızlanan bir avcı iştahıyla çakmağını büyük bir hızla çıkarıp Stanley’in sigarasını yaktı. Ne yazık ki paketi cebine koyup yerine geçti. Stanley elinde sigarayla öylece kalakaldı. Kendini tertemiz bir ortamı dumana boğan koca bir sanayi bacası kadar hantal hissetti. Sigaranın boyu gözünde uzadıkça uzuyor, duman sinir bozucu dansıyla yükselerek odayı kaplıyordu. Artık her şey bitti, diye içinden geçirirken, bir iki nefes alıp bir an önce söndürmeyi düşündü. İşte asıl darbeyi o vakit aldı, bu kahrolası odada bir tek küllük yoktu.” Küllük- Sandık Lekesi
ŞEFTALİ: “Uzattı elini, o koca meyveyi tutu bıraktı, parmak uçları tekrar hissetmeye başladı. Tatlı bir koku yayıldı havaya, şekerli, ateş rengi bir şeftali kokusu. Onu avuçlarına alıp tarttı. Utanmamıştı şeftali, öptü kadının ortaparmağının ikinci eklemini. Bir gıdıklanma geldi kadına, bir istek, bir cesaret, arsızca ısırdı şeftaliyi sol yanağından.” Şeftali – Doyma Noktası
TIRTIL: “İpek, elindeki şeyin, yürümeyen, ötmeyen, uçmayan kesenin yaşayan bir doku olduğunu anlamıştı ancak, ondaki dirimi göremediğinden aklı iyice karışmış, yüzünü buruşturarak bakmıştı elindekine.
- Kelebek mi? Hani onlar uçarlardı?!
- İyi de uçmadan önce bol bol uyumaları gerek!
- Neden?!
- Eskiden bu bir tırtıldı! Tırtılların içinde, büyük bir kelebek bekler! Bu kelebeğin ortaya çıkması için, tırtılın uyuması gerekir!” Sandık Lekesi – Doyma Noktası
UÇAN OTOBÜS: “ - Biliyor musun yakınlarda bir teleferik varmış.
- O ne?
- Uçan otobüs…” Sandık Lekesi- Doyma Noktası
YÜLERZİK: “Olağanüstü güzellikte bir bitki hayal ediyorsan yanılmaktasın. Yülerzik adını duyan birçoğu ister istemez aynı hataya düşmektedir. Bazı adlar içinden geçen seslerle süslenirler. Nakışlı bir bileziği, hüzünlü bir yüzü, bir dalı üleşen yaprakları çağrıştırsa da, yülerzik son derece sıradan bir bitkidir.” Yülerzik – Sandık Lekesi
ZİLŞAN’IN AYAKLARI: “Olsa olsa bir tek ayakları güzeldir. Küçücüktür parmakları, bembeyaz ve onların kendinden sedefli tırnakları… İnce bileklerindeki yuvarlak kemikler cam kayganlığındadır, ayak rengi ağımından topuklara doğru pembeye yürür. Çıplak ayağını görseler, hem de Zilşan’sız, asla tanıyamazlar Zilşan’ı.” Zilşan’ın Ayakları – Esir Sözler Kuyusu
* İpekli Mendil yazarlarının hazırladığı siteye ve daha fazla içeriğe ulaşmak için tıklayınız.
Yeni yorum gönder