Edebiyat ve müzik arasında ilişkinin en güçlü olduğu ve iç içe geçtiği coğrafyalar, hikaye anlatma geleneğinin, bir başka deyişle sözlü geleneğin yaygın olduğu yerler hiç kuşkusuz. İzlanda da böyle bir coğrafya. Uzun kış geceleri, pagan mitoloji, buzullar ve hayatta kalma mücadelesinin üstünde yükselen bir kültür. Ada’nın en meşhur kızı Björk’ün deyişiyle, "Sahnenin küçük ama ufkun çok büyük olduğu yer." Yaşadığı yerler arasında Londra da olan Björk şunu da ekliyor: "İngiltere ise tam tersi. Sahne çok büyük, ufuk ise küçük."
Björk Guðmundsdóttir’in ailesi, işçi sınıfından bir baba ve onu, kızları bir yaşındayken terk eden bir anneden oluşuyor. Bir punk olarak Kukl grubuyla sahne aldığında, mutlu geçtiğini söylediği bir çocukluğun ardından bir tarikata girmiş gibi hissetmiş. Solist Einar Örn mikrofon telini boynuna geçirip iyice sıktığı her sefer korktuğunu, hatta bir seferinde müdahale ederek solistinin “karizmasını çizdirdiğini” itiraf ediyor. O sıralar etrafındaki hemen herkes şairmiş ve bir sonraki grubu The Sugarcubes ile turnedeyken, akşamları otelde birbirlerine son yazdıklarını okurlarmış. “Bu çok normaldi,” diyor Björk. “Hiç de entelektüel bir davranış filan değildi.” Grubun bas gitaristi Bragi Ólafsson bugün ünlü bir şair, oyun yazarı ve romancı. Üstelik, iki kez de İzlanda Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş durumda.
Björk bugün 50 yaşında, ahir zamanların en ilginç sanatçılarından bir tanesi. Pagan ve postmodern. Punk ve elf. Bir ağaç kökü kadar canlı ve bir robot kadar ölü.
Hayatında onu en çok etkileyen figürün, şair, besteci ve deneysel sanatçı Sjon olduğunu şarkıcı hep vurguluyor. İlk sohbetleri André Breton üzerineymiş. Björk o sırada 17 yaşında. Sjon, Björk’e Georges Bataille’ın Gözün Hikayesi, Jo Imog’un The Demon Flower’ı, Mikhail Bulgakov’un Usta ile Margarita’sı gibi kitapları önererek ona gerçeküstücülüğün daha çiğ ve feminen yanını göstermiş, ki Björk’ün eserini bu yolun üzerine inşa ettiği bugün görülebiliyor. Sjon ile beraber bir rockabilly grubunda çalan Björk, basit pop şarkı sözü yazmayı da “bir bakıma” ondan öğrenmiş. "Elbette, sadece 300 bin kişinin yaşadığı İzlanda coğrafyasının da bizim üzerimizdeki etkisi büyüktü," diyor Björk. "İkimiz de doğa ve medeniyet arasında bir seçim yapmak durumunda olmadığımızı biliyoruz. İkisi bir arada varolabilirler."
Yuva için yapılmış bir müzik olduğunu düşündüğü için ismini “Domestica” koymayı düşündüğü, bana kalırsa tam bir “kış albümü” olan ve içinde -belki de- bütün zamanların en karanlık şarkılarından birini bulunduran Vespertine albümündeki “Sun In My Mouth”un sözleri ise, sanatçının en sevdiği şair olan E. E. Cummings’e ait. Anaïs Nin’in Günlükler’i ise, hayranlarının iyi bildiği gibi, onun en sevdiği kitap.
Vizyonerin dönüşü
2011 tarihli Biophilia’dan dört yıl sonra, bu yılın ocak ayında Björk dokuzuncu stüdyo albümü olan Vulnicura’yı çıkardı. Kızının da babası olan Matthew Barney ile 14 yıllık ilişkisinin ardından çıkan albümdeki şarkıların dipnotlarından, ayrılıktan ne kadar önce ya da sonra yazıldıkları öğrenilebiliyor. “Sınırsız duygularımdan korkuyorsun sen/ Sonsuz takıntılarından sıkıldım ben/ Seni çok mu fazla sevdim?/ Adanmışlıktan bu kırıklığım.”
Albümden hemen sonra, New York’taki Modern Sanatlar Galerisi’nde (MoMA) vizyoner sanatçının kariyerini kapsayan retrospektif bir sergi açıldı, ki bu daha önce pek az müzisyene nasip olmuştu. Eşzamanlı olarak da Björk’ün her zaman sınırları zorlamış sanatının detaylarına inen, Björk: Archives isimli, altı parçadan oluşan bir “nesne” yayımlandı. Dört kitapçık, bir kitap ve bir de posterden oluşan bu kutunun kitapçıkları Klaus Biesenbach, Alex Ross, Nicola Dibben ve Timothy Morton’un resimlendirilmiş metinlerini içeriyor. Poster Björk’ün albüm ve single’larının kapak tasarımlarını yansıtırken, kitap ise onun yedi “esas” albümü ve bunlarda yaratılan personaları mercek altına alıyor. Şair Sjon’ün şiirsel metinlerine eşlik eden ve elbette ünlü isimler tarafından çekilmiş fotoğraflar ise Björk’ü konserlerde, kliplerde ve yine ünlü isimler tarafından tasarlanmış olan, nefes kesici kostümlerin içinde gösteriyor.
“Küçük bir köyde oturup, cuma akşamları hafta içinde yaşadıklarından bahseden şarkılar söyleyerek konser veren İzlandalı kadın olmak gibi romantik bir düşüncem var,” demişti Björk, bundan tam 15 yıl önce. Ancak onun kalabalıktan çok da uzak kalamayacağını biliyoruz. Sıkıldığında botlarıyla şehre iner ve yine sıkıldığında topuklu ayakkabılarla Ada yollarına çıkar.
* Görsel: Berke Doğanoğlu
Yeni yorum gönder