Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Akhilleus'tan Ironman'a: Kahramanların Sonsuz Yolculuğu




Toplam oy: 120
Çizgi roman sayfalarındaki görkemli zaferlerine rağmen savaşın sonunda kaybeden taraf hikâyeleri eskisi kadar ilgi görmeyen süper kahramanlar olacaktır.

Bir ateşin başına toplanıp hikâyeler dinlemeye başladığımızdan bu yana doğaüstü kahramanlar ve onların mucizevi maceraları hayallerimizi süslüyor. Arkaik insan için hikâyelerdeki mucizeleri yaşadığı dünyaya dâhil etmek son derece olağanken modern insanın tarih ve bilim ile kurduğu ilişkinin, büyülü zamanlarla olan bağını kopardığına inanılır. Nihayetinde elindeki çekiçle etrafa yıldırımlar yağdıran bir adamdan bahsedildiğini duysak nasıl bir tepki vereceğimiz üç aşağı beş yukarı belli. Öte yandan tüm zamanların en çok hasılat yapan 10 filminden 8’inin şimdilerde bilimkurgu ya da fantastik olarak isimlendirdiğimiz, özünde sokağa çıkıp tanık olamayacağımız türden hikâyeler anlatan filmler olması da gösteriyor ki aslında bu bağ her zamanki kadar sağlam. Kuşkusuz bu bağın diri kalmasında çağımızın hikâye anlatıcılarının etkisi büyük. Geçtiğimiz ay, 95 yaşında hayatını kaybeden Stan Lee de son 50 yılın en önemli hikâye anlatıcılarından biriydi.

 

Sözünü ettiğimiz filmlerden 3’ünde imzası olan Marvel’i, Marvel yapan Stan Lee’nin pek çok çizgi roman sever tarafından türün babası sayılması belki biraz abartılı fakat onun, çizgi romanı İkinci Dünya Savaşı sonrası düştüğü çukurdan çıkaran kişi olduğu da bir gerçek. Kimileri çizgi romanın köklerini 18’inci yüzyıl Avrupa’sında, Mısır hiyerogliflerinde hatta mağara resimlerinde arasa da, bildiğimiz anlamda çizgi romanın 20’nci yüzyılın şafağında Amerika’da doğduğunu söyleyebiliriz. Türün ilk örneklerine zamanın gazetelerindeki bantlarda anlatılan eğlenceli hikâyelerin derlendiği kitaplarda karşılaşıyoruz ki Amerikalıların çizgi romana “comic book” demesi aslında bundandır. Bütün süper kahramanların atası, Nietzsche’nin “Übermensch”inden izler taşıyan Süpermen ise ilk kez 1938’de bu komik kitaplarda boy gösterir.

 

Amerikalıların tanrısal güçlerle donatılmış süper kahramanları tutkuyla kucaklamasında büyük buhranın yıpratıcı koşullarının etkisi tartışılmaz. Kadim mitoloji kahramanlarının aksine doğaüstü marifetleri bilimle açıklanabilen süper kahramanlara olan ilgi, II. Dünya Savaşı boyunca da devam eder. Henüz Amerikan ordusu savaşa dahi girmemişken kapaklarında Hitler’i Kaptan Amerika’ya tokatlatan yazarlar ne kadar vatanseverdi bilinmez ama Nazilerle savaşa tutuşan süper kahramanların ganimeti milyonlara ulaşan satış rakamlarıdır.

 

Çizgi roman sayfalarındaki görkemli zaferlerine rağmen savaşın sonunda kaybeden taraf hikâyeleri eskisi kadar ilgi görmeyen süper kahramanlar olacaktır. Nazilere kök söktüren kahramanların, gençlere zararlı oldukları iddiasıyla güçlü bir kamuoyu oluşturan Alman asıllı Psikiyatr Fredric Wertham’a yenik düşmeleri ise bambaşka bir ironi. Nihayetinde öfkeli ebeveynleri yatıştırmak adına güçlü bir sansür mekanizmasının boyunduruğu altına girmeyi kabul eden sektör, yavanlaşan hikâyeleri ile birçok kahramanını tarihe gömerken çizgi romanın altın çağı da sona erer.

 

O zamana kadar pastadaki en büyük dilimi kimselere kaptırmayan DC Comics’in elinde tutmayı başarabildiği bir avuç kahramanını makyajlayıp Justice League of America’yı kurduğu 60’lı yıllarda Fantastik Dörtlü ile sahneye çıkan Stan Lee, 10 yıldan kısa sürede Marvel için DC Comics’in tabağındakinden daha büyük bir dilim kesmekle kalmayıp hem süper kahramanları hem de hikâye ettiklerini kökten değiştirecek bir hareketin öncüsü olacaktır.

 

İşin aslı Stan Lee’yi bu kadar özel kılan diğer herkesten önce Süpermen gibi yara almayan, yenilmeyen hâsılı zerre gerilim vadetmeyen kahramanların temelde sıkıcı olduklarının farkına varmasıdır. Aşağı yukarı 30 yıl boyunca DC Comics’in başını çektiği akımın yarattığı kahramanların epik ve duygusal anlamda son derece tutarlı olmakla birlikte görece soğuk hatta ruhsuz olduklarını kabul etmek gerek. Oysa Lee’nin kurguladığı sorunlu, karmaşık ve çoğu zaman dışlanmış kahramanların her daim telafi etmek zorunda oldukları bir şeyler vardır. Fantastik Dörtlü ile tanıştığımız çatışma dolu aile, Örümcek Adam’a dönüşene kadar itilip kakılan Peter Parker ya da X-Men’in uyum sağlayamamış gençleri; okurlarına her macerada dünyayı kurtaran kahramanların tanrı değil insan olduklarını söyleyerek katıksız bir hayranlıktan daha anlamlı bir bağ teklif ederler.

 

Nihayetinde süper kahramanlar her zaman Amerikan idealine hizmet eder. Öte yandan Stan Lee’nin anlatmayı tercih ettikleriyle koşullara uyum sağlayabildiğini söylemek yerine gizli bir ajandası olduğundan bahsetmek de bir parça haksızlık sayılabilir fakat bugün dönüştüğü form ve kuşattığı alan itibariyle çizgi roman bizim coğrafyamızın icat etmediği bir kültür olarak hemen her zaman, dolaylı da olsa bir propaganda makinesi gibi çalışacaktır.

 


 

KISA KISA


Sık sık tekrara girmekle eleştirilse de zombilere meftun olanların vazgeçemediği The Walking Dead, Rick Grimes karakteri ile hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip Andrew Lincoln’ün diziden ayrılacağını duyurması ile zor günler yaşamıştı. Geçtiğimiz günlerde Talking Dead’e konuşan serinin içerik sorumlusu Scott M. Gimple, Rick Grimes’ın maceralarına beyaz perdede devam edeceği müjdesini verdi.


 

Geçtiğimiz ay Star Wars hayranları için oldukça bereketliydi. Bob Iger’ın bir süre önce daha az film beklememizi ima eden açıklamalar yapması kimi Star Wars takipçilerini üzmüştü ancak Disney, Netflix’e ciddi bir rakip olacağı tahmin edilen yayın platformu Disney Plus’ı tanıtırken Rogue One: A Star Wars Story filmiyle tanıştığımız Cassion Andor’u merkeze alan yeni bir Star Wars dizisinin de müjdesini verdi ancak diziyi izlemek için 2020’yi beklememiz gerekebilir. Zira dizinin yayınlanacağı Disney Plus ancak 2019 yılının sonunda devreye girecek.

 

Hugo ve Nebula ile birlikte fantastik ve bilimkurgu edebiyatın en prestijli ödüllerden sayılan ve World Fantasy Convention tarafından 1975 yılından bu yana verilen Dünya Fantezi Ödülleri sahiplerini buldu. En iyi roman kategorisinde bir değil iki eserin ödüle layık görüldüğü gecede Victor LeValle‘nin The Changeling isimli romanı, ödülü Fonda Lee’nin Jade City’si ile paylaştı.

 


 

Stan Lee ne yaptı?

 

Destanları Akhilleus’dan, Siegfried’den, Alper Tunga’dan Örümcek Adam’a, Hulk’a taşıyan, hatta binlerce yıllık Thor’u, Odin’i, Loki’yi kendi cümleleri ile konuşturan Stan Lee, Homeros’un yüzyıllar önce yaptığından farklı ne yapmıştır? Lee’nin çizgi romanı o zamana kadar durduğu yerden farklı, daha gerçek ve insanın yatkın olduğu bir düzleme taşıdığı, belki de edebi bir türe dönüştürdüğü şüphe götürmez. Artık çoğunlukla “graphic novel” (grafik roman) olarak anılan türün daha en başında dilimize çizgi roman olarak geçirilmesi ise ayrıca ilgi çekicidir. Anlatının her formunun bazen bedeli, tanınmaz hale gelmek olsa bile öyle ya da böyle üstesinden geldiği gibi çizgi romanlar da bu yeni çağın gereklerine uyum sağlamayı başardılar. Hatta çok başarılı oldular.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.