Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Amerikan Çehov’u: John Cheever




Toplam oy: 125
John Cheever, sade, yalın, doğrudan anlatımıyla Amerikan öykücüleri arasında en çok Hemingway’e benzetilir. Ancak Hemingway’den farklı olarak eleştirel bir Amerika okuması vardır. Onunla ilgili belki de en doğru yakıştırma Tomris Uyar’ındır: “Cheever, Amerika’dan taşra manzaraları çizerken bir Çehov burukluğundadır; özellikle de küçük kaçamakların, küçük tutkuların, küçük kıskançlıkların -kişioğlunun ‘küçük’ saydığı her şeyin- aslında ne kadar büyük olduğunu, nelere patladığını anlattığında.”

John Cheever, Amerikan rüyasının başat bir anlayış olduğu zaman diliminde, bu rüyanın nasıl insani yıkımlara neden olduğunu ve her alanda bir yozlaşmayı doğurduğunu klasikleşecek yaklaşımlarla örneklemiştir. Aile içinde, iş yerinde, yolculukta ve sanatta; her şeyin kişisel çıkar, para etrafında döndüğünü, yükselme arzusunun insanı nasıl küçük düşürdüğünü çeşitli olaylar ve durumlarla gün yüzüne çıkarır.

Cheever’in öykü anlayışı panoramiktir. Geniş açıda tüm toplumu, şehri, anlayışları, durumu tarar. Sanki bir kahramanı anlatır gibidir ama tersine onun üzerinden tüm toplumu öyküye sokar. Bu yüzden her şeyi dinleyen bir radyoyu ya da bir şehri öyküsünün ana karakteri yapar. Bazen de geniş bir aileyi bir tatil kasabasına toplar, onların geçmişini, bugününü hikâye eder. Çünkü o öykülerinde bir toplumsal panorama çıkarmak amacındadır. Ya da 'Merhem'de olduğu gibi kahramanını karısından ayırır onu şehrinin sokaklarına salarak şehir enstantaneleri aktarmaya başlar.
Bol tasvirler, dolaylı göndermeler onun öykülerinde yoktur. Okur, bir televizyon dizisi izliyormuş gibi olup bitenlerle birden yüz yüze gelir. Anlatıcı kestirmeden, direkt meseleye odaklaşır. Diyaloglarla örülen öykü sayfa sayfa açılarak ilerler ve öyküye pek çok olay, durum, kahraman girer. Dostunun evinden hırsızlık yapan kahramanı, gencecik kıza âşık evli adamı sokağa salarak onların vicdanlarıyla yaptıkları savaş hâline bakar. Hırsızlık suçunun ağırlığı altında vicdan azabı içindeki kahraman, eşini aldatan ve aşk acısı çeken kahraman bunu aşmanın yollarını arar.
Eleştirel Amerika okuması
Sadelik, yalınlık, doğrudan anlatım pek çok Amerikan öykücüleri gibi onun da temel anlatım biçimidir. Ancak bu, basit, sıradan bir anlatım değildir. Onunki bilinçli bir sadelik ve yalınlıktır. Anlatım biçimi Hemingway’e benzer. Ancak Hemingway’den farklı olarak eleştirel bir Amerika okuması vardır. Ernest Hemingway’in, Sherwood Anderson’un öykü dünyasıyla özdeş bir yaklaşımla akraba öyküler yazar. Hemingway’den anlatım tarzı (sade, diyaloglara yaslı anlatım, serinkanlı yaklaşım, doğrudan anlatım vb.) Anderson’dan ise Amerikan hayat tarzı eleştirisini harmanlamıştır denilebilir. Özellikle değişim krizi, kapitalizm eleştirisi onu Amerikan sol yazarlarına yaklaştırır. Amerikan eleştirmenleri ise yaygın olarak onu F. Scoott Fitzgerald ile John Updike arasına yerleştirmektedir. Onun hakkındaki yaygın adlandırma ise “Amerikan Çehov’u” tanımıdır. Tomris Uyar da böyle düşünür: “Cheever, Amerika’dan taşra manzaraları çizerken bir Çehov burukluğunda; özellikle de küçük kaçamakların, küçük tutkuların, küçük kıskançlıkların -kişioğlunun ‘küçük’ saydığı her şeyin- aslında ne kadar büyük olduğunu, nelere patladığını anlattığında.”
Onun öykülerinde özellikle insanlar arasındaki iletişimsizlik, yalnızlık, çağdaş hayatın getirdiği olumsuzluklar, aile içi anlaşmazlıklar işlenir. İnsanları bir araya getiren nedenler temelsizdir ve en ufak bir darbeyle yıkılmaya, toz duman olmaya mahkûmdur. Amerikan rüyasına belli belirsiz alternatifler sunulur: “Düzeni devam ettirebilmek için o kadar enerji harcanıyor ki, herkesin tek gelecek kavramı var: Daha çok banliyö treni ve daha çok parti. Bence bu sağlıklı bir durum değil. Bence insanlar gelecekle ilgili yüce hayaller kurabilmeli. Bence insanlar sınırsız yücelikte hayaller kurabilmeli.” Öyküler hep bir yolculuk atmosferinde verilir. İnsanlar durmaksızın yer değiştirmektedir. Uçak yolculukları, tren yolculukları, araba yolculukları…

Kapitalizme öfkeli öyküler
Onun öykülerinde işlediği önemli temaların başında Amerikan yaşam tarzına getirdiği eleştiri vardır. Kapitalizmin, Amerikan tarzı yaşamın ezip, öğütüp bir kenara fırlattığı işçileri, striptizcileri, bahisçileri gündeme getirir. Bu hayat tarzının kıyıya vurduğu yalnız insanları sıklıkla işler. Bu yalnızlar bir şekilde kıyıya vurmuşlar ve toplumdan kopmuşlardır. Çeşitli durumlarla yalnızlıklarını yenmeye çalışırlar ama insan iletişimsizliğinin önüne geçemezler. Bu anlamda Cheever, buhran dönemi dramlarını aktarırken kapitalizme yönelik öfkesi de öykülerde yer bulur.
Cheever’in Yüzücü kitabındaki 'Dev Radyo' onun öyküde yapmak istediklerinin âdeta bir örneği gibidir. Bir çift evlerine aldıkları radyo ile tüm apartmanı dinleyebildiklerini görürler. Öyle ki apartmanda olup bitenler radyonun içinde canlı olarak yer alır. Öyküde radyo üzerinden toplumun para düşkünlüğü, ikiyüzlülüğü, hırsızlıkları ve ahlak düşkünlükleri net bir şekilde ortaya konur. Hiçbir insan göründüğü gibi değildir. Dışarıya yansıttıkları yüzleriyle gerçek yüzleri farklıdır. Öyle ki bir süre sonra karı-koca radyo dinlemekten vazgeçerler. Çünkü gerçek yüzlerini gördükleri insanlara hayatta katlanmaları mümkün değildir. Bir süre sonra radyonun, hayatın yeniden yalan yüzüne dönerler, klasik müzikler dinlemeye başlarlar. Ne var ki zamanla karı-kocanın da eleştirdikleri komşularından hiç farklı olmadıkları, hırsızlık ve ikiyüzlülüğü onların da yaptıkları ortaya çıkacaktır. Öykü bir karnaval anlatım şeklinde çok sesli bir metne dönüşür. Böylece insanların gizleri ortaya döküldüğünde nasıl katlanılamaz oldukları ortaya konur. Cheever bu öyküyle bir rüya olarak gösterilen Amerikan yaşam tarzının ne kadar çürük olduğunu örneklemiş olur.
Karnaval öykü anlayışı
'Yüzücü' onun başarılı, ünlü öykülerinden biridir. Evine kestirmeden su yoluyla dönmek isteyen kahraman, yüzme havuzları zincirini izleyecek yüze yüze evine dönecektir. Evine alışılmadık bir yoldan gitmek onda bir gezginci, bir kâşif duygusu uyandırır. Anlatıcı, kahramanın her girdiği yüzme havuzunda karşılaştığı insanları tanıtır, onların dünyalarını öyküye katar, onlarla ilgili bilgiler aktarır. Kahraman havuz partilerini, sessiz havuzları izleye izleye evine kadar gider. Âdeta kasabayı baştan sona bize tanıtır. Bu onun çok sesli, karnaval öykü anlayışının bir yansımasıdır.
'Güle Güle Kardeşim' de benzer bir iz üzerinde yürür… Aile ocağında tatillerini geçirmek üzere toplanmış aile bireylerinin anlatıldığı öyküde, insan ilişkileri, kişilikler psikolojik tahlillerle izah edilir. Yaşadığı her şeye karamsar bakan ve insanlara bulundukları ânı zindan eden kardeşe karşı öfkelenen ağabeyi dersini verir. Çünkü kardeşi yıllardır bağnazlık ve hoşgörüsüzlüğü sağlam kişilik sanmaktadır.
Bu bakış açısıyla her şeyi gerginleştirmekte, tatsızlaştırmaktadır. Herkesin hayatını zehir etmektedir: “Rüzgâr çıkmış, deniz kabarmıştı, Lawrence dalgaların sesini duyduysa, diye düşündüm, onu bütün karanlık sorularına verilmiş karanlık yanıtlar gibi algılamıştır, şenlik ateşlerimizin küllerinin sulara gömülüşü olarak yorumlamıştır.”
Gerçekten de o büyük olayları değil, küçük olayların, durumların büyük etkilerini öyküleştirir. Kurmaca anlayışını şöyle izah eder: “Kurgu, üstü kapalı otobiyografi değildir. İhtişamı, otobiyografiye dayanmamasından gelir. Biyografiye de dayanmaz. Otobiyografi ile biyografinin, bilginin (verilere dayalı bilgi, tinsel bilgi, sezgisel bilgi) çok zengin bir karışımıdır. Bambaşka unsurları bir araya getirerek estetik, ahlaki ve uyumlu bir şeye dönüştürmektir.” John Cheever’in Yüzücü kitabı Tomris Uyar’ın eşsiz çevirisiyle bir kat daha değerlenirken, öykü kitaplığının da vazgeçilmezleri arasında girmeyi hak ediyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.