Çarpıcı bir cümleyle başlıyor 79 yaşındaki Don DeLillo’nun yeni romanı Zero K. “Herkes dünyanın sonunu sahiplenmek istiyor.” Geçtiğimiz ay yayımlandığından beri pek çok mecrada saygı dolu yorumlarla karşılandı, ölüm üzerine bu DeLillo çeşitlemesi. 1971 tarihli Americana romanından bu yana Amerikan edebiyatının özel bir kulvarında, nispeten daha kolay ulaşılır, iletişim kurulabilir bir tür guru-olmayan-gurusu konumunda Don DeLillo: Çağdaş Amerikan toplumunu oluşturan olguları ortaya dökerek kalbini arıyor, popüler ve siyasi kültüre uzanıyor, söz konusu toplum Amerikan toplumu olunca kaçınılmaz olarak dünyaya açılıyor; en sonunda kapitalizmin ve postu çıkmış modernizmin çok çeşitli halleri üzerine bir sürü öngörü, içgörü, görüş çıkıyor ortaya.
Bizde 2000’lerin başında Dost Kitabevi Yayınları tarafından yayımlanmış, bugün bulunması oldukça zor olan Beyaz Gürültü ve Libra romanlarıyla nitelikli bir meraklı kitlesi yaratmış yazarın üslubundaki soğukluk, yazdıklarının hem ciddi hem de ironik olması nedeniyle tedirgin edici bir karakter taşır. Sonrasında Everest Yayınları’ndan hatırı sayılır miktarda romanı (Beden Sanatçısı, Kozmopolis, Koşan Köpek, Oyuncular) yayımlanmış olsa da, geniş kitlelere bir türlü yayılamadı. Halbuki Paul Auster’dan Jonathan Franzen’a, David Foster Wallace’dan Bret Easton Ellis’e pek çok çağdaşına ve ardından gelen yazara ilham, dostluk ve akıl vermiş bir usta söz konusu. Belki ülkemizdeki okurların, tıpkı benim gibi, bir kitabını okuduktan sonra diğerlerinin yayımlanmasını beklemeden bir yerlerden orijinallerini bulmasının bu tabloya etkisi vardır; aksi takdirde Names, Mao II ya da Underworld gibi –kimisi önem, kimisi boyut açısından devasa olan– yapıtlarının çoktan çevrilmesi gerekirdi.
Don DeLillo, hırslı insanların insanlıklarını nasıl kaybedebileceklerini ve aile ilişkilerinde iletişimin nasıl kopabileceğini, kompleks bir boyutta gösteriyor.
Thomas Pynchon kadar zor bir yazar da değildir üstelik DeLillo, titiz bir metin yazarı gibi törpüleyerek mükemmelleştirdiği cümleleri nispeten rahat okunur. Hem zaten 35 yaşında ilk romanı yayımlanana kadar Mad Men dünyasında profesyonel metin yazarı olarak görev yapmış bir isimdir; Americana’da da reklamcılık dünyasında edindiği tecrübeleri okurlara bolca aktarır. Bugüne kadar çıkardığı 17 romanı ve bir öykü derlemesi, sahnelenen beş oyunu ve yayımlanan bir filmiyle geniş bir koleksiyonu bulunan DeLillo, genelde erkek bir ana karakterin çeşitli alt kültürlerin –reklam, rock, finans, bilim, casusluk, politika, sanat dünyası– içinden, bir nevi Don Draper olarak geçerkenki gözlemlerini, garip kombinasyonlu yaşam betimlemelerini, farklı tarih, kimlik, siyaset ve toplum olasılıklarını, pek çok dil ve felsefe oyunuyla harmanlayıp titizlikle metne döker.
Yapıtlarında terörü arka planıyla, azmettiricileriyle ve tetikçileriyle birlikte sanatsal bir kurguya dökerek ele alan DeLillo, 11 Eylül’den bile önce –İkiz Kuleler’in yıkılışı da dahil olmak üzere– terör fantezileri ve komplo teorileri üreterek nam salmıştı aslında. Kozmopolis, Falling Man ve Point Omega gibi 11 Eylül sonrası yayımladığı eserlerinde de 21. yüzyılın getirdiklerini öngörmüş, boşluk duygusuyla mücadele eden bir kahinin karamsarlığı vardı. Hırslı insanların insanlıklarını nasıl kaybedebileceklerini ve aile ilişkilerinde iletişimin nasıl kopabileceğini, kompleks bir boyutta gösteriyor, günümüzün yapay bir insanüstü atmosferi bulunduğunu anlatıyordu o.
Ölümün eşiğinden ötesine Zero K
Zero K, bu insanüstü yalıtılmışlığın nihai boyutuna, ölüm ve sonrası üzerindeki kontrol arzusuna eğilen bir roman. Yaşı itibariyle ömrünün son evresini süren DeLillo, hem Americana’dan beri en çok kullandığı erkek karakterin, –insanların dondurularak ölümün çürümesine ulaşmasının engellendiği– kriyojenik enstitü içinde dolanarak gözlemlerini paylaşmasını sağlıyor, hem de ölüm ve yaşam hakkında muazzam bir akıl yürütme içine giriyor. Jeffrey Lockhart, bir finans dâhisi olan babası tarafından, bir arkeolog olan üvey annesinin dondurulması amacıyla özel bir kuruma yatırıldığı zamanlara bir nevi şahit olması için çağrılıyor. Böylelikle Jeffrey Lockhart’la birlikte modern kapitalizmin insanı getirdiği kaotik ve yıkılmakta olan dünyaya tezat, insan yapımı gelecek kapsülleri arasında dolaşıyoruz bu defa. Ölüme karşı koyulması için önce ölünmesi gereken bu yüksek teknolojili, mükemmel yapaylıktaki, neredeyse bir uzay üssünü andıran steril tesis (adı Convergence) ile New York’taki –Kozmopolis’i hatırlatan– muazzam bir trafik arasında kalıyor Lockhart; günleri kaotik bir atmosferde, iş görüşmeleriyle ve arada sırada buluştuğu sevgilisiyle ve sevgilisinin genç yaşında radikal terör konusunda fazlasıyla bilgi sahibi olan evlatlık oğluyla geçiyor. DeLillo da bu gündelik hayatı çok çarpıcı ama güncel bir zıtlıkla ele alıyor.
DeLillo’nun romanlarına dilimizde de ihtiyacımız var ve rahatlıkla Zero K’den başlanabilir tekrar yayımlanmaya.
Convergence’in tasarımcısı babasına, ikinci eşinin tesise yatırılması esnasında ve sonrasında eşlik eden Lockhart’ın duygusal ve psikolojik çalkantıları ışığında, bize aktarılan nihai bir ölümsüzlük fantezisi... Bu ölümsüzlük vaadinin satış temsilcisilerinin sunumlarında aktardıkları –neredeyse Baudrillard ya da Virilio’yu andıran– kuramsal felakete ve post-insan mucizesine DeLillo da inanmak istiyor fakat buna rağmen inançsız. Bu inançsızlık, okuduklarımızın kavramlardan ibaret olmasının önüne geçiyor. Mesela ölümsüzlüğe kavuşturduğu ikinci eşinden babası ne zaman bahsetse, Lockhart adamın terk ettiği, ölmüş ilk eşini, yani annesini hatırlıyor. Ayrıca tesiste karşılaştığı her sentetik satış temsilcisi/guruya bir ad uydurmaya çalışarak, en insani, kişisel detayı durmadan hatırlatmaya çalışıyor: Biz birer beden, mükemmel tasarım, teknolojinin son imkanlarıyla yeniden tasarlanacak varlıklar olmanın ötesinde birer hikaye, birer varlık, birer isimiz.
Zero K ile Don DeLillo, yazın serüvenini –ani bir sahneden ayrılma durumuna karşı hazırlık olarak– şık bir son yapıtla kapatıyor belki de; aynı zamanda zekasını, enerjisini ve düşünme zarafetini hiçbir zaman kaybetmediğini kanıtlıyor. 35 yaşındaki DeLillo ile 79 yaşındaki DeLillo arasında olgunlaşmanın emareleri dışında, çok da büyük bir fark yok aslında. Yaşamın (ve ölümün) garip biçimlerini kayda geçiren, insanların dile getirmediği ama mutlaka akıllarında birkaç kere dolaştırdıkları düşünceleri anlatan, birkaç satır ya da paragrafta modern sanatın hâlâ akıl edemediği devasa kavramsal performansları betimleyen, otantik olmayan (post)modern tasarımlarla insani olasılıkların falına bakan usta bir kahin olarak, DeLillo’nun romanlarına dilimizde de ihtiyacımız var ve rahatlıkla Zero K’den başlanabilir tekrar yayımlanmaya.
* Görsel: Emre Karacan
Yeni yorum gönder