Bol aforizma, bol atasözü ve deyim görünümlü yargı cümleleri, tumturaklı teşbihler, alıntı üzerine alıntılar, gereksiz ama ilginç bilgiler, yan yana durmaktan bir türlü kendini alamayan uyaklı kelimeler…
Ünlü İngiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton; “Takdiri ilahinin modern haline kurgu deriz” tanımlamasını yapar Edebiyat Nasıl Okunur adlı eserinde (İletişim Yayınları-2005). Her kurgu eser, kendi formunun/biçeminin/kurmacasının dinamikleri çerçevesinde değerlendirilebilecek özel bir yapıya sahiptir. Biriciktir. Böylelikle her eserin kendi kaderi, kendi özel alanı ve özerkliği vardır. Yalnızca gerçekçi olarak değerlendirilen eserler değil; polisiye, fantastik, bilimkurgu vb. türlerde kaleme alınmış eserler için de durum aynıdır. Sonuçta, “büyülü” olan gerçeklikler/ kaderler de vardır. Latin Amerika edebiyatı mesela, bize takdiri ilahiyi modern bir şekilde pek çok kez, pek de güzel göstermedi mı şimdiye kadar?
Borges’den tutun da Stephen King’e kadar, gerçekliğin öteki yüzüne vurgu yapan tüm yazarlar, her şeyin başında bir edebi eserin “inandırıcı” olması gerektiğinin altını çizerler. Bu inandırıcılık, yine biricik, genellemelere kapalı ve özgün olmakla bağlantılıdır diyebiliriz. Örneğin, Yüzyıllık Yalnızlık romanının müellifi, Nobel ödüllü yazar Gabriel García Márquez, bu mesele üzerine şunları söyler bir söyleşisinde: “Gökyüzünde filler uçuyor diyecek olursanız, insanlar inanmayacaktır ancak dört yüz elli fil şu anda gökyüzünde uçuyor derseniz, inanma olasılıkları artar.” (Yazarın Odası 1, Timaş Yayınları-2017)
Murat Menteş’in kaleme aldığı, ilk olarak 2005 yılında okuruyla buluşan Dublörün Dilemması romanı, tam da yukarıda anlatmaya çalıştığım biricik ve inandırıcı, nevi şahsına münhasır bir kurgu-kader eser olarak okurunu kıskıvrak yakalamayı başarmıştı. Murat Menteş kurguladığı evren, seçtiği olaylar, olayları işleyişi, zekâ parıltılarıyla okurun gözünü kamaştıran cümleleri, ahenkli kelime tercihi ve birbirinden acayip karakterleri gibi birçok unsurla ortaya “büyülü” olduğu kadar “gerçek” bir eser koymayı başarmıştı. Popüler kültürü içselleştirmiş ama entelektüel, modern olduğu kadar geleneksel, müeddep fakat zıpır, kamyon arkası yazılarını ezbere bilen bir filozof olarak Murat Menteş alışılmışın dışında bir romancı olarak edebiyat sahasındaki bütün sosyoekonomik ve kültürel duvarları yıkmayı başarmıştı. Öyle ki, sadece eseri değil kendisi de bir fenomen olmaya başlamıştı yavaş yavaş. Eğer bugün birçok okuryazar genç, hafif kalın çerçeveli yuvarlak gözlükler takıyorsa (bendeniz dahi) bunun müsebbibi biraz da Menteş’le kurulan bu bağın göstergesidir.
REFİK RİSK, İGOR JAGUAR, DR. AKULA ...
Sonrasında, 2009 yılında yayımlanan Korkma Ben Varım adını taşıyan ikinci romanıyla Menteş, artık gerçekten rüştünü ispat etmiş romancılar arasındaki haklı yerini almıştı. Dublörün Dilemması romanıyla eşdeğer niteliklere sahip ikinci bir roman yazabilmeyi tekraren başarabilmiş, üzerine bir de çizgi roman sayfalarından oluşan (Çizer: Ersin Karabulut) bölümler gibi numaralarla birkaç tık üste bile taşımıştı çıtasını.
Fakat henüz ikinci romanı olduğu için ilk romanıyla benzerlik gösteren ve pek de göze batmayan birçok nokta, üçüncü romanı Ruhi Mücerret (2013) ve geçtiğimiz aylarda yayımlanan son romanı Antika Titanik ile birlikte öylesine rahatsız etmeye başladı ki Menteş okurunu, tüm “büyü”nün bozulmasına neden oldu ve acı “gerçek”lerin masaya yatırılması gerektiğini gösterdi bize.
Antika Titanik , öncelikle karmakarışık ve ne anlatmak istediğinin pek de farkında olmayan kapağıyla, aslında bize romanla ilgili ilk sinyalleri veriyor. Ruhi Mücerret romanının kapağında muhteşem bir tasarım unsuru olarak duran “değişen görüntü” esprisi bu kitabın kapağında oldukça yapıştırma duruyor mesela. Her kitabının kapağında olan silah görselleri de yine mevcut. Arka kapakta övgü cümlesinin müellifi bizi şaşırtmayan isimlerden biri yine: Alper Canıgüz. (Canıgüz, Menteş’in meşhur cümlelerinden biri olan “Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmez” cümlesini bozarak hiçbir yeni şey söylemiyor gerçi.)
Tabii bunlar, yazardan çok yayıncının tekrara düşmesi olarak görülebilir. Romanı okumaya başlamadan önce, şöyle bir sayfaları çevirelim o zaman…
İç kapakta, roman kahramanları tanıtılıyor ve hepsi klasikleşen Menteş karakter isimleri: Refik Risk, İgor Jaguar, Dr. Akula… İçeride ise yine diğer bütün romanlarında olduğu gibi bol alıntılı perde sayfalar, her bölümün başında en az bir tane epigraf, karakterin anlatıcı olarak el değiştirdiği ana bölümler… Güvende ve eminiz: Bu bir Murat Menteş romanı(!)
YENİDEN İNŞA EDİLMİŞ TİTANİK
Romana başladığımda ve neredeyse yarısına geldiğimde zihnimde uyanan ilk şey, cümleleri okumaktan bütünü okumanın/kavramanın ne kadar da zorlayıcı olduğuydu. Bol aforizma, bol atasözü ve deyim görünümlü yargı cümleleri, tumturaklı teşbihler, alıntı üzerine alıntılar, gereksiz ama ilginç bilgiler, yan yana durmaktan bir türlü kendini alamayan uyaklı kelimeler… Sanki bir roman değil de rap şarkısı, hatta daha da postmodern bir şey söylemek gerekirse, twitter zaman tünelini okuyor hissine kapıldım.
Romanın konusu ise işin basit, dişe dokunmayan yanı olarak kalıyor bunca hengâmenin arasında: Yeniden inşa edilmiş Titanik, mafyalar, silahlı örgütler, kavgalar, ölenler, dirilenler ve aşk aşk aşk! Bütün karakterler aynı dili konuşuyor, hepsi süslü cümleler kuruyor, acayip benzetmelerden kendini alamıyor… Güvende ve eminiz, yine: Bu bir Murat Menteş romanı(!)
Ruhi Mücerret yayımlandığı sıralarda SabitFikir’de çıkan bir eleştiri yazısında söyle deniyordu, kabaca: Murat Menteş üçüncü kez aynı romanı yazmış! Bendeniz de Antika Titanik için bu cümleyi aynen alıp, “üçüncü” yerine “dördüncü” demekten başka bir çaremin kalmadığı için çok üzgünüm. Menteş’in bir okuru olarak beni şaşırtmasını o kadar çok istiyordum ki…
Murat Menteş, okurunun zaten yıllar evvel büyük bir bağlılıkla inandığı “büyülü” sözlerini tekrarlamaktan daha ileri gidemiyor maalesef. Aslında, Nasreddin Hoca’nın saz çaldığı meşhur fıkrasındakinin gayrısını yapmıyor; yani yaptığı buluştan başkasına gözünü kapatmış, inatçı bir romancı olarak duruyor karşımızda maalesef. Yazımızın başında alıntıladığımız Eagleton’ın söylediğinin inadına, kendi tek kurgusunu modern bir takdiri ilahi olarak sunuyor bize. Dördüncü kez aynı romanı, aynı kaderi, aynı deneyimi vaat ediyor okuruna.
Çok sevdiğim Menteş’e, çok sevdiği Orhan Gencebay’dan bir alıntı ile seslenerek bitirmek isterdim yazımı; ama maalesef İbrahim Tatlıses’in bir şarkısından ilhamla seslenmekten gayrısı gelmiyor elimden:
Dublörün Dilemması ’nı çok sevmiştik, tamam. Tıpkı onun gibi ama hiçbir şekilde “o” olmayan yeni, biricik, özgün ve büyülü bir eser kaleme alacak mısınız bir gün Sayın Menteş?
ANTİKA TİTANİK
Murat Menteş
APRİL YAYINCILIK 2018
Yeni yorum gönder