Tren, ikili bir yolculuğun mekanı olmaya müsait. Camdan görünen genişlik, sıra sıra evler, hızla geçerken flu bir fotoğrafa dönen yüzler; öte tarafta da yolcunun yüzü, yüzün cama düşen yansıması. Zamanla kurulan ilişki anlamında da ikili bir yolculuk bu: Dışarıya doğru bakmanın hızıyla, içe doğru yönelmenin ağırlığı... Eğer Ankara’dan İzmir’e kalkan bir trendeyseniz, ki Mavi Tren denir ona, bir süre boyunca bozkırda kalır yolcunun bakışı. Bozkır manzarası sabitlenir sanki bir noktada, çizilip tren camının çerçevesine yerleştirilmişçesine ele geçirir yolcunun bakışını. Görülenin tekrarlı yapısı, yolculuğu içe doğru genişletir, kıvamını koyultur. Bir romancıya, ikili bir hat kurmak için daha güzel bir sahne verilir mi?
Barış Bıçakçı’nın bir yönetmene gidip de, benim şu romanı uyarlayalım mı, diye sorduğu henüz işitilmiş değil. Oysa filmlerini sevdiğini bildiğimiz Pelin Esmer’e gidip, “bir kadın şair filmi yazalım mı beraber?” dediğini duyan kulaklar var. Ortaya çıkan film, İşe Yarar Bir Şey, bir tren filmi; trenin içinde bir kadın şair seyahat ediyor. Ankara’dan İzmir’e gidiyor şair, yemekli vagona girip çıkıyor, insanlarla yarı gönüllü karşılaşmalar yaşıyor; başka hikayelere doğru açılıyor. Başka hikayelere açıldıkça, bir yandan daha da çok içine doğru kaçıyor. Camdan dışarıyı izledikçe kendi suretine daha bir merakla bakıyor. Şair Leyla’nın Mavi Tren’de İzmir’e yolculuğu, onun yazdığı şiirin bir hayali de olabilir ya da şiir bu yolculukta bir esinlenme anı olarak gelir ve unutulur.
Leyla, trende bir yabancıyla tanışır, onun derdine ortak olur, onun derdini kendi şiirine katar. Yolculuğun sonunda ölmek üzere olan biri vardır, bunu herkes en baştan bilir. Yolculuğun sonundaki yabancı, Leyla’nın okurudur aynı zamanda. Tren, şairle okurunu yakınlaştırır ya da uzaklaştırır. Uyurkulak’ın Tol’de Diyarbakır’a uzanan treni “bir fermuarı çekerek” bozkırda ilerliyorsa; Bıçakçı’nın treni, suya atılan bir kağıt gemi gibi keser bozkırı. Yolculuk hiç bitmesin ister şair, fermuar kapanmayacak kadar dişlidir.
Yeni yorum gönder