Grady Hendrix, son birkaç yılda kaleme aldığı kurgu ve kurgudışı eserleriyle Amerikan korku edebiyatında önemli bir yer kaplıyor. Yaklaşık iki yıl önce Türkçede yayımlanan Horrorstör romanında (Zodyak Kitap) korku kültürünün klişelerini başarılı ve özgün bir şekilde kullanan, klasik korku edebiyatında sıklıkla ele alınan metaforları kapitalizm ve tüketim kültürü eleştirisiyle birleştiren yazar, son romanı En Yakın Arkadaşımın Şeytan Çıkarma Ayini’nde de benzer bir yol izliyor. Yine kalıplaşmış korku unsurlarından birini, şeytan tarafından ele geçirilme konusunu işliyor ve bu sefer 1980’lerin popüler kültürünü, özellikle de o yılların şarkılarını romanının omurgasına yerleştiriyor. En önemli fark ise, yeni romanının asıl temasının dostluk olması. İçine şeytan giren Gretchen ile onu bu dertten kurtarmaya çalışan en yakın arkadaşı Abby’nin arasındaki dostluğun öyküsü bu.
En Yakın Arkadaşımın Şeytan Çıkarma Ayini’ne korkutucu bir roman olarak değil, korku unsurları etrafında temellenen, eğlenceli ve hüzünlü bir eser olarak bakmakta fayda var, ama bir melodram kadar da karikatürize bir yapısı olmadığını belirtebiliriz. Nihayetinde bu kitabın muhtemel okurları yine korku edebiyatı kitlesinden oluşuyor. Yazarın bir önceki romanı Horrorstör’ün bu kitaba göre daha karanlık ve gizemli, postmodern, hatta yer yer ironik unsurlarla örülü olduğunu iddia edebiliriz. Bu romanda ise “korku” yaftasını yakıştırmamızın en önemli nedeni, romanda anlatılan dostluğun temelinde bir doğaüstü korku unsurunun işlenmesi ve yazarın bunu yaparken “şeytan çıkarma” klişelerini alıp özgün bir şekilde bambaşka bir öykü anlatmak için kullanması. Bu yüzden, eseri tanımlarken her ne kadar duygusal, eğlenceli, mizahi, renkli, nostaljik gibi sıfatlar da kullansak, okumaya başladıktan sonra bile hiç korku romanı değilmiş gibi yapan bu eserin korku edebiyatı üzerine, en azından şeytan çıkarma klişesi üzerine söyleyecekleri var.
Şeytan öyle değil böyle çıkar
Romanı temel olarak üç bölüme ayırırsak; ilk bölüm Abby ile Gretchen’ın tanışıp arkadaş olmalarına, ikinci bölüm Gretchen’ın ruhunun ve bedeninin bir iblis tarafından ele geçirilmesine, son bölüm ise egzorsizm ayinine ve ertesinde kahramanlarımızın hayatının nasıl şekillendiğinde odaklanıyor. Ters köşelerle, sürprizlerle dolu bir macera romanı olmadığı gibi, merkezdeki doğaüstü korku unsurunun da çok örtük bir şekilde anlatıldığı bu roman, bizi yazarın üzerinde durmak istediklerinin farklı şeyler olduğuna ikna ediyor.
Örneğin, “Demin gördüğü şey harabe halindeki basit, tek odalı ve üçgen şeklinde bir yapıydı. Kalın ve üzeri yazılarla dolu duvarları ateşten kararmış, çatısı çökmüştü. Tek bir kör penceresi vardı ve Abby içinden bir şeyin ona baktığı hissine engel olamıyordu. O anda yapının içindeki karanlığın hareket etmeye başladığını gördü… Kalbi güm güm atıyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu… Yapının içindeki karanlık ormanın karanlığına nazaran daha derindi…” gibi standart bir korku/gerilim romanında karşılaşabileceğimiz cümleler bu romanda fazlasıyla azınlıkta kalıyor.
Nereden nasıl geldiği, kurbanını neden ve nasıl seçtiği meçhul olan kötülük timsalinin Gretchen’a musallat olmasıyla birlikte genç kızın başına gelenler de aşina olduğumuz bir tablo sergiliyor: Derisi çatlamaya, suratında iltihaplı sivilceler çıkmaya başlıyor, bitkinleşiyor, kansızlaşıyor ve çirkinleşiyor. Ama bir gün tekrar güzelleşmeye ve cezbedici olmaya başlıyor. Onun yaşadığı dönüşüm, son derece ortada, metaforlar oldukça şeffaf, fakat tüm bunlardan sorumlu olan şeytanın kendisi ilginç bir şekilde kapalı bir kutu olarak kalıyor. Gretchen’ın kimlik bunalımı oldukça yüzeyde ama şeytan bir o kadar derinlerde.
Tabii bir de şeytan çıkarma ayininde karşılaştığımız klişe pasajlar mevcut ama kitabın son çeyreğinde yazarın bunları özellikle bu şekilde kullandığını da fark ediyoruz. Az önce dediğimiz gibi, gerilimin giderek tırmandığı ve korku atmosferinin her satıra yedirildiği vasat seviyede bir eserden beklenecek “soğuk duş” etkisi, Hendrix tarafından “sıcak” bir biçimde kullanılıyor. En yakın arkadaşınızın ruhu ve bedeni şeytan tarafından alıkonmuşsa ve hayatı tehlikedeyse, onu Tanrı’nın kelamıyla, kutsal kitapların kovucu sözleriyle mi def edersiniz yoksa o kişiyle aranızdaki dostluk bağının ne kadar güçlü olduğunu şeytana kanıtlamak için başka bir yöntem mi kullanırsınız? İşte eğer bir ters köşeden söz edilecekse, bu noktada edebiliriz, çünkü Hendrix’in klişeleri tersine çevirdiği, şeytan öyle değil böyle çıkar dediği nokta burada ve elbette romanın son çeyreğinde gizli.
Romandaki “egzorsist” kahramanlarımızdan birinin söylediği gibi, “Egzorsizm bizi sınar. Şunu sorar: ‘İnancın ne kadar güçlü? İnancın ne kadar derin? Egzorsist her şeyi kaybetmeyi göze almalıdır –haysiyetini, güvenliği, illüzyonları– her şey Egzorsizm ateşinde yanıp kül olur ve geriye kalan şey, karakterinin özüdür.” İşte burada söz edilen “öz” ya da inancın kaynağı, romanın asıl teması olan dostluğun da özünü oluşturuyor: En yakın dostunuzu ya da romanda söylendiği gibi, “en yakın arkadaşını, yansımasını, aynasını, gölgesini, kendisini” ele geçiren şeytanı çıkarmaya yarayacak öz nerede yatar? Neye olan inancınızdır burada belirleyici olan? Kitabın “sıcak” ya da duygusal olarak tanımlanmasına müsaade eden ve genellikle (ve bu romanı okumamış olsak) bir korku öyküsüyle bağdaştırmayacağımız tutum da burada ortaya çıkıyor. Yazarlığının yanında çok iyi bir korku edebiyatı okuru ve araştırmacısı olan Hendrix bu tutumu tesadüfen takınmıyor.
Tam da bu noktada, son zamanlarda yayımlanan en önemli korku romanlarından biri olan Paul Tremblay imzalı Kafamdaki Hayaletler’i de (Numen Yayıncılık) hatırlamak mümkün. Hem “şeytan çıkarma” teması hem de “neye inanacağız?” sorusu bağlamında bir kesişim kümesine alabileceğimiz bu iki eser, korku edebiyatının klişelerini kullanmak konusunda da birbirlerini tamamlıyorlar. Biri, korkuyu marjinal bir noktaya taşırken diğeri korkuyla arasına bilinçli bir mesafe koyarak ele alıyor meselesini. Bu da bize korku eserleri özgün bir şekilde kurgulandığında, bu türün ne kadar zengin bir yelpazesi olduğunu kanıtlıyor.
Görsel: Nihan Sarı
Yeni yorum gönder