İsveçli kimyacı Alfred Nobel anısına 10 Aralık 1901'den beri ödül dağıtan İsveç Akademisi, Leo Tolstoy, James Joyce, Virginia Woolf, Mark Twain, Joseph Conrad, Anton Chekhov, Marcel Proust, Henry James, Henrik Ibsen, Emile Zola, Robert Frost, W.H. Auden, F. Scott Fitzgerald, Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov'u atladığı için eleştirildi. Fakat Akademi, ödülü en az bu isimler kadar hak eden William Faulkner, Ernest Hemingway, John Steinbeck, V.S. Naipaul, Doris Lessing gibi birçok edebiyatçıyı ödüllendirdi.
Ödüle layık görülen edebiyatçılar da yazarın sorumluluklarına ilişkin konuştular. Peki, neler söylediler?
Bu soruya cevap olsun diye her hafta bir edebiyatçının, ödül töreni sırasında yaptığı konuşmayı yayınlamaya devam ediyoruz.
İşte, Henri Bergson'un ödül aldığı 1927 yılında, tören sırasında okunması için Fransa Elçisi Armand Bernard aracılığıyla ilettiği mektup:
Keşke orada olup, hissettiklerimi size kendim söyleyebilseydim. İzin verirseniz bu duygularımı beni kırmayarak teklifimi nazikçe kabul eden Fransa Elçisi Armand Bernard aracılığıyla aktarmak isterim. İsveç Akademisi’ne tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Arzulamaya cesaret bile edemeyeceğim bir şerefe nail olmamı sağladılar. Bunun değerini şimdi daha iyi anlıyorum ve bu ayrıcalığın Fransız bir yazara verilmesinin Fransa’ya duyulan ilginin de bir göstergesi olduğunun bilinciyle daha çok motive oluyorum.
Nobel Ödülü’nün bu denli saygınlık kazanmasının pek çok nedeni bulunduğu doğrudur ancak daha net konuşmam gerekirse bu saygınlığın en büyük iki sebebi ödülün idealist ve uluslararası olmasıdır. İdealisttir çünkü yüce bir ilhamın eseridir. Uluslararası oluşu ise pek çok ülkenin, üzerinde titizlikle çalışıp ortaya çıkardığı şeyleri ödüllendirmesi ve tüm dünyanın entelektüellik bilançosunu belirlemesinden gelir. Diğer tüm düşünceleri bir kenara bırakıp, entelektüel değerlerin dışında kalanları görmezden gelerek jüri, filozofların aklın birliği dediği noktadaki yerini bilinçli olarak almıştır. Dolayısıyla bu oluşumun kurucusunun yegane gayesini gerçekleştirmektedirler. Alfred Bernhard Nobel vasiyetinde idealizme ve ulusların kardeşliğine hizmet etmek istediğini belirtmiştir. Sanat ve bilim alanlarındaki en büyük ödüllerin yanı sıra Barış Ödülü’nün de yaratıcısı olarak kesinlikle amacına ulaşmıştır.
Harika bir fikirdi. Yaratıcısı özgün bir dahiydi ve üstelik yaşadığı çağı etkisi altına alan illüzyonu paylaşmadı. 19. yüzyıl mekanik icatlarda büyük bir gelişme kaydetti ve bu icatların maddi etkileriyle, insanlığın erdem seviyesinin yükseleceği varsayıldı. Halbuki tecrübeler bunun tersini gösterdi, bir toplumda meydana gelen teknolojik gelişmeler, o toplumu meydana getiren bireylerin erdemlerini yüceltmiyordu. İnsanların bertaraf edilmesi hususunda kullanılabilecek araçlar arttıkça, eğer ruhani bir özen ona eşlik etmiyorsa, bu artış tehlike yaratıyordu.
İcat ettiğimiz makineler, doğal organlarımıza eklemleyebileceğimiz yapay organlardır aslında. Doğal organlarımızın işlevlerini artırıp, insanlığın bedenini genişletirler. Eğer bu genişlemeye ruhsal bir gelişme de eşlik etmezse, tüm denge kaybolur ve ortaya hem sosyal hem politik sorunlar çıkar ki bu sorunlar insanın yeni bedeni ile ruhunun orantısızlığı ölçüsünde büyür. Çünkü beden olağanüstü ölçülerde genişlerken, ruh başlangıçtaki halini korumuştur. En çarpıcı örneği seçersem: İnsan buhar ile elektirk kullanımının mesafeleri kısaltacağını, insanları uzlaştıracağını umuyordu. Bugün bunun öyle olmadığını, eğer kardeşlik yolunda büyük bir çaba sarf edilmezse, rekabetin kaybolmak bir yana, büyüme riski taşıdığını görüyoruz. Ruhlar arasında böylesi bir uzlaşmaya varmak, uluslararası karakteri bulunan, idealist bir kurumun doğal eğilimidir. Bu idealist çerçeve, medeni dünyayı, tamamen entellektüel bir bakış açısının şekillendirdiğini vurgular; bu bakış açısı eşsiz ve eşit bir zihinler cumhuriyetinin de temelidir. Tıpkı Nobel Kurumu gibi...
Bu fikrin, ahlaki sorulara bu derece kafa yoran, diğer tüm soruların ahlaki sorulardan doğduğunu gören, politik problemlerin en büyüğünü ilk kez eğitim problemi olarak belirleyen İsveç gibi entellektüel bir ülkede doğması hiç şaşırtıcı değil.
Nobel Kurumu'nun ufku, farkı anlaşıldıkça genişleyecek ve onun nimetlerinden faydalananlar, gün geçtikçe daha büyük minnettarlık duyacaktır. Başka hiç kimse bu durumun benim kadar farkında değildir. Bu şanlı topluluğa bunları söylemek isterim ve konuşmamı başladığım noktada sonlandıracağım, duyduğum büyük şükranın ifadesiyle...
Çeviren: Sevgi Demir
Bergsondan etkilenen Proustun nobel verilmemiş olması çok acı…
Yeni yorum gönder