Adapazarı’nda doğan Sait Faik, tüccar bir babanın oğlu olmanın en ağır yükünü omuzlamış ve baskılara dayanamayarak “işe yaramayan” Türkçe eğitimini bırakarak İsviçre’ye ekonomi okumaya gitmek zorunda kalmıştı. En zor zamanlarını bu sıkıcı Alp ülkesinde geçirmişti. Daha fazla kalamayacağını anladığında, Fransa’nın Grenoble kentine geçti. Hayatını temelden etkileyecek olan bu karar armağan etti bize Sait Faik’i aslında. Bu Fransız şehrinde sürdürdüğü bohem yaşam, edebiyatının şekillenmesinde çok önemli bir mihenk taşı oldu. Babası gibi tüccar olamayacağını bildiğinden almıştı bu kararı; kendisini sonsuza dek adı hatırlanacak biri yapan öykücülüğü seçmişti. Bu seçimle hem öğretmenlikten hem de babasının kendisi için kurduğu işlerin hepsinden uzaklaştı.
Sıkıyönetimin derdi Sait Faik’leydi
1940 ve 1941 yıllarında Yeni Mecmua’da çıkan öykülerini bir kitap yaptırıp bastırmayı isteyen Sait Faik, tüm çabalarına rağmen bunu başaramamıştı. Yayınevleri Sait Faik’in iyi bir öykücü olduğunu biliyordu, ancak bu öyküleri bir roman denemesi niteliğinde basmaktan da geri duruyorlardı. Sonunda, hayatı boyunca arkasında duran ve asla ilgisini eksik etmeyen annesinden aldığı para ve Yokuş Kitabevi’nin sahipleri Agop Arad ile Burhan Arpad’ın desteğiyle kitabı bastırdı. 1944 yılında toplamda 2000 adet basılan Medarı Maişet isimli bu kitap henüz 99 adet satılmışken, Sıkıyönetim Mahkemesi’nce toplatıldı! Toplatılma nedeni ise Türkiye’de o dönemde uygulanan istibdatın en güzel örneklerinden biri olarak tarihe kaydedilir: Bir kitap karakteri de olsa, asker eski kaput (palto) giymez ve askeri bu şekilde resmetmek askeri küçük düşürmektir.
Kısacası, mahkemeye göre halkının büyük bir kısmı fakirlik ve hatta açlıkla mücadele eden bir ülkenin askeri, aynı koşullar altında yaşamıyordu ve kitaptaki kahramanlardan biri olan askerin giydiği kaputun eski olması kitabın toplatılması için yeterliydi. Kararın ardından, Burhan Arpad elli kitaptan oluşan bir koliyi saklamaya çalışmış olsa da, istibdatın baskısıyla artan arama ve tutuklamaların riski dolayısıyla kitapları yakmaya karar verdi. Sait Faik bir tek kitabını bile kurtarmayı başaramadı.
Kitabın toplatılmasından dolayı son derece üzgündü Sait Faik ve şöyle diyordu: "Medarı Maişet isimli bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görmüyorum diye mahkeme masrafı ödedim. Üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyor. Bütün sebep bu!"
1952 yılında ise kitap, bu kez Varlık Yayınları tarafından tekrar basıldı! Ancak bu kez “Bir Takım İnsanlar” adıyla... Tabii burada ilgi çekici olan nokta, aynı kitabın farklı isimle basılabiliyor olmasının, “eski kaput” rahatsızlığının sadece bahane olmasına işaret etmesi. Belli ki, sıkıyönetimi asıl rahatsız eden Sait Faik’in sosyal sınıflar arasındaki ayrımı okuyucunun gözleri önüne serişiydi. Sait Faik dönemin politik oklarını belki o kadar da çok çekmiyordu üstüne ama, istibdadın neyi nasıl ya da neden yaptığı zaten asla belli olamıyordu...
Yeni yorum gönder