Ağaçların, doğal dokunun ve parkların önemi, birçok kişi gibi, benim için de büyüktür ama bir yandan da ahşap mobilyalara ve daha da önemlisi kâğıtlara (kitaplardan defterlere) muazzam bir düşkünlüğüm vardır. Dünyanın farklı coğrafyalarında yayılmış ağaçların, insanlar tarafından kitleler halinde kıyıldığı, gündelik yaşam ihtiyaçları için çoğu zaman hor kullanıldığı bu yeşil mirası ben de har vurup harman savuruyor olabilir miyim? Çalışma odamdaki defterler ve kitaplar, ne kadar ağacın erken ölümü sonucunda üretilmiştir acaba? Okur-yazar olduğum için ne kadar suçluyum?
Elbette bu tarz sorgulamalar, modern hayatın kaçınılmaz sorgulamaları. Otomobillerimizle keyfe keder turlar atıp efkar dağıtırken umursamadığımız karbon salınımını ve petrol tüketimini; sıkıntımızı gidermek için hiç çekinmeden elimizdeki cihazları açıp internete bağlandığımızda ya da gece gündüz sevdiklerimizle konuşurken ortaya çıkan manyetik dalgaların hücrelerimizi dönüştürüp dönüştürmediğini sorgulamak gibi... Yaşadığımız uygarlık seviyesi, tarih boyunca yaşananlardan daha konforlu ama aynı zamanda da kitlesel olarak daha riskli. Masum sayılabilecek (şu anda bu yazıyı okuduğunu sandığım herkesin sahip olduğu) bir hobinin bile, okur-yazarlığın amaçsal halinin bile ahlaki olarak kirli yanları olabileceğini unutmamalı.
Yazmayı bırakamam ama ambalajları belki
Kağıtların üretimi ve tüketimi esnasında nelerin olduğunu, nasıl süreçlerden geçildiğini, çevreyle, insan yaşamıyla ve teknolojiyle ilişkilerini anlayabilmek için karşıma iki kitap çıktı. Bu kitaplardan ilki, Erik Orsenna’nın Kâğıt Yolunda adlı çalışması (çev. Akın Terzi, Metis Yayınları). Hem araştırmacı hem de romancı olan Orsenna, Fransa’da Mitterand döneminin önemli bakanlarından biriydi aynı zamanda. Yakın zamanda tutku duyduğu ve hayatını bir bakıma borçlu olduğu kağıtların peşinden dünyanın çeşitli diyarlarını (Hindistan’dan Çin’e, Japonya’dan Kanada’ya kadar ve elbette ağırlıklı olarak da Fransa) dolaşarak hem kadim kağıt üretimini hem de günümüzün teknolojik/ekonomik üretim koşullarını araştırmış.
Orsenna’nın araştırmalarından öğrendiğimiz kadarıyla, bugün hobi olarak kitaplarla ve yazı-çiziyle uğraşanların kağıt tüketimi -içimizi bir nebze rahatlatacak şekilde- artan nüfus ve refahın etkisiyle tüketimi muazzam boyutlara gelmiş hijyenik kağıtlarla ambalaj kağıtlarının çok gerisinde kalmış durumda. Hatta dijital teknolojilerin devreye girmesiyle, pek çok yazılı materyal artık ekranlardan okunabiliyor ama AVM’lerden ve semt çarşılarından her gün sinsi sinsi evlerimize taşıdığımız sayısız mala iliştirilmiş ambalajların ortadan kalkması pek mümkün gözükmüyor, şu andaki kültürel trendlere göre.
Yine Orsenna’nın kitabından öğrendiğimize göre, zamanında, kağıtların üretiminde ağaçlar kadar paçavralar da kullanılıyormuş; insanların bir zamanlar kullandığı ve sonrasında pespaye haline getirilmiş kıyafetleri, çeşitli kumaşlar... Büyükannemizin şalından eski atletlerimize pek çok kumaşı, iki yüzyıl önce olsaydı, kağıt yapımında kullanabilirdik. Şimdi gerikazanım, daha çok ambalaj kağıtlarının ve diğerlerinin yeniden işlenmesiyle oluşuyor. Böylece olgunlaşması onlarca yılı bulan ağaçları, kırımdan geçirmemiş olabiliyoruz.
Tabii ki asıl tablo ise bir felaket. Endonezya’dan Brezilya’ya, Kanada’dan Finlandiya’ya kadar pek çok orman ülkesinin orman oranı son çeyrek yüzyılda muazzam azalmış. Batı ülkeleri bilinçlenirken, yeni gelişen ülkeler, kağıt üretiminde (ve muhtemelen diğer amaçlarda) kendi ağaçlarını yetiştirmek yerine var olanları kendi mallarıymışçasına tüketiyorlar. Otoyol yapımlarında, AVM yapımlarında ya da mahalle aralarındaki otoparklarda arabalara zeval olmasın diye ağaçları düşüncesizce söküveren idarelerin, belki de kağıt ya da mobilya üreticileriyle çıkar bağları vardır. Belki bir gün bizde de, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, her yere okaliptüs ağaçları dikilecek ve onar senelik kuşaklar halinde orman mahsulleri toplanabilecek; dolayısıyla kesintisiz bir kağıt üretim endüstrimiz olacaktır. (Hakikaten, Türkiye’deki kağıt üretimi ne durumdadır şu son yıllarda, post-Seka döneminde...)
Kişisel bir kağıt müzesi
Bu konuyla ilgili yakın zamanda elime geçen öteki kitapsa, Ian Sansom’ın, dijital yayıncılık tarafından ömrü tüketileceği iddia edilen kağıda bir mersiye olarak yazılmış Paper: An Elegy adlı çalışması. Fourth Estate tarafından yayımlanan çalışmasında kişisel bir döküm yapmış Sansom; kağıdın akıl edebildiği hangi alanlarda nasıl bir serüveni olduğunu tahvillerden biletlere, ambalajlardan kutu oyunlarına, kitaplardan defterlere, ressamların kullandığından yazarlarınkine, siyasi boyuttan kültürel boyuta incelemiş. Kağıt üzerinde kişisel bir kağıt müzesi olarak algılamak mümkün bu çalışmayı. Alain de Botton’u hatırlatan bir üsluba sahip, kültür araştırması ve güncel hayat sosyolojisi meraklılarını mutlu edecek bu kağıttan müze aynı zamanda internette de faaliyet gösteriyor: www.thepapermuseum.com. Tabii ticari boyutu olan, araştırmacısına katkı yapmamızı sağlayan siteden çok, kitabın bize gösterdikleri ve hatırlattıkları önemli.
Son yıllarda hayatımızın her alanını işgal eden kavramlar, nesneler ve durumlar hakkında düşünmeye, kendimizi sorgulamaya (bugünün insanları ve görüşlerinin ötesine geçerek, tarih boyunca ve geleceğe yönelik boyutları da kapsayan bir düşünme sürecine) girdiğimiz takdirde, modern koşulları durmadan uyarlayarak daha düzgün bir dünyaya dönüştürebiliriz çevremizi. Elimizde gerikazanım olanakları var, yeni teknolojileri geliştiriyoruz ve koşullarımızın aksayan yönlerini düzeltebiliyoruz. Hiçbir alanda sorunsuz olmadığımızı bilir ve belli zamanlarda sorunlarımız üzerine düşünmekten çekinmezsek, en koyu koşullarda bile ümidimizi yitirmeyiz belki de bu dünyadan, doğadan ve ağaçlarımızdan.
* Görsel: Mehmet Akif Kaynar
Yeni yorum gönder