Virginia Woolf, günümüzde büyük bir yazar ve erken bir feminist olarak kabul edilse de ilk romanının yayımlanmasından 50 yıl sonraya kadar, eserleri kabul görmemişti aslında. James Joyce ve diğer çağdaşlarını eleştiriyor, edebiyatta modernizmin resmi olmayan sınırlarına hapsolmayı reddediyordu fakat günümüzde daha çok kadın sorunlarına dikkat çekmesiyle anılıyor. Artık hepimizin gayet iyi bildiği gibi, Woolf birçok mektubunda ve eserinde kadın erkek eşitsizliğine ve çifte standartlara değinmişti. Peki, söz konusu feminizm olduğunda Virginia Woolf bir rol modeli olarak kabul edilebilir mi? Şüphesiz edilebilir. Gerekçeleri ise şunlar:
Çoğunlukla kadınların iç dünyasıyla ilgilendi. Birçok edebiyat öncüsünün aksine, Woolf her gün deneyimlediğimiz dile getirilmemiş duygu ve düşünceleri anlatmaya çalıştı. Öykülerinde ön plana geleneksel roller içinde hapsolmuş kadınları yerleştirip, bu kadınların zihinlerinde dönüp duran düşünceleri açığa çıkardı. Ona göre, kadınların niyetleri ile ifade edebildikleri arasında büyük bir boşluk bulunuyordu. Woolf bu boşluğu, görmezden gelinemeyecek kadar etkileyici bir üslupla ele aldı.
Virginia Woolf, kadınlara çok az hak tanındığı bir dönemde yaşadı ama bunu edebiyatı açısından bir kaynağa dönüştürdü. Çağdaşları 1. Dünya Savaşı'nın vahşetiyle ilgili öyküler yazarken, savaşın ev hayatı üzerindeki etkileri konusunda kalem oynattı. Yas ile travmanın kişisel etkilerini ortaya koyan Jacob'un Odası'nı yazdı. Katherine Mansfield gibi döneminin kadın yazarları onu savaşı veya politikayı doğrudan konu edinmediği için eleştirildi. Ama Woolf inandığı işi yapmaktan vazgeçmedi.
Yenilikçi bir feministti. Ataerkil toplum ile militarizm arasında bir bağ kurdu. Woolf, cinsiyete dayalı maaş farklılıklarını ülkeler bu yönde adımlar atıp yasalarını değiştirmeye başlamadan çok önce dile getirdi. Kendine Ait Bir Oda'da, ekonomik özgürlüğü bulunmayan bir kadının yaratıcılığının örseleneceğini, düşüncelerinin tam manasıyla özgürleşemeyeceğini belirtti. Woolf'un eseri, çağının birçok kadınının mahrum bırakıldığı bir hak olan eğitimin üzerinde durduysa da onun diğerlerinden farkı gelir ve kendisine yetme bağlamında, eşit bir eğitim öngörmesiydi. İkinci Dünya Savaşı'nın gölgesinde yazılan, kitap uzunluğundaki Üç Gine adlı denemesinde, bir erkeğin savaşın nasıl engellenebileceğine dair sorusuna cevap verdi. Woolf, cevabında pasifizme dikkat çekti, aynı zamanda bir kadının politik fikirlerine değer verilmediğini öne sürdü. Şöyle yazdı: " Arkamızda tüm geçersizliği, ölümsüzlüğü, ikiyüzlülüğü ve aşağılıklığı ile ataerkil sistem ve evlerimiz yatmakta. Önümüzde ise sahip olma isteği, kıskançlığı, hırçınlığı ve açgözlülüğü ile dünya ve profesyonel hayat bulunuyor."
Bireyin gücüne yürekten inandı. Virginia Woolf'un tavsiyesi bütün öğretmenlerin kabusu olsa da cesaret verdiğini inkar edemeyiz. "Tavsiye almayın, içgüdülerinizi takip edin, kendi mantığınızı kullanın ve kendi sonuçlarınıza ulaşın. Hangi kural, kitaplar için şart koşabilir ki? Herkes Waterloo Savaşı'nın ne zaman olduğunu söyleyebilir ama Hamlet'in Lear'dan daha iyi olup olmadığını kimse söyleyemez. Her birey bu soruya kendi cevap vermelidir." Üniversite diploması bulunmayan Woolf, başarılı olmak için sık sık gelenekleri sorgulamıştır.
Cinselliği ve cinsiyeti akıcı, değişken kabul etti. Üç Gine döneminde yazılmış bir mektubunda, Woolf cinsiyetçi kalıplara uygun davranışların kabul gördüğünü söylemekle kalmayıp bunların engellediği arzuların da genellikle şiddete yol açtığını vurgulamıştı. Bu temalar eserlerinin de vazgeçilmezleriydi. İlk romanı olan Dışarıya Yolculuk, yazarın gelenekselden entelektüele yolculuğunu anlatır ve bir parçası olduğunu Bloomsbury grubunu tasvir eder.
Zaten birçok sanatçının ve düşünürün feminist rol modelidir. Simone de Beauvoir, Micheal Cunningham ve daha nicelerinin...
* Yazıyı The Huffington Post'tan Nilhan Kalkan derledi.
Yeni yorum gönder