Siyaset bilimci Hannah Arendt, 1963 tarihli Kötülüğün Sıradanlığı kitabında, Nazi Almanya’sında milyonlarca Yahudinin toplama kamplarında ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Adolf Eichmann'ın Kudüs'teki yargı sürecini ele alıyor ve onun son derece normal biri olduğuna dikkat çekerek insanın içindeki kötülüğün ne derece sıradanlaşabileceğini gösteriyordu. Bir yıl sonra, ailesi Litvanya Yahudisi olan Leonard Cohen’in Flowers for Hitler isimli şiir kitabı çıktı. Kitaptaki “All There is to Know About Adolph Eichmann” isimli parça da aynı tespite odaklanıyor ve soruyordu: “Ne bekliyordunuz? Pençeler mi? Uzamış dişler mi? Yeşil salya mı? Delilik mi?..” Türkçeye yeni çevrilen Sevda Kitabı’nda ise ozan şöyle diyor: “Ertesi Salı, güneş battığında, tersten çalacağım Ayışığı Sonatı’nı. Bu da dünyanın, son iki yüz milyon yıldır içine düştüğü acının etkilerini tersine çevirecek. Ne kadar güzel bir gece olacak.”
Dokuz yıl gecikmeli olarak çevrilen Sevda Kitabı, Türkçedeki ilk Leonard Cohen kitabı değil. Daha önce çeşitli şiir derlemeleri ve iki romanı, ikişer defa çevrilmişti. Bundan önceki son şiir kitabı ise Book of Misery’ydi ve 1984’te Toronto’da gün yüzü görmüştü.
Sevda Kitabı’ndaki şiirlerin çoğunluğu 1994-1999 arasında Kaliforniya’daki Baldy Dağı’nda, bulutlara yakın Zen manastırında yazılmış. Ancak yine de bir derleme olarak görülebilir; çünkü içeriğinde 90’ların ikinci yarısında sıkça gittiği Hindistan’da yazdığı ve 70’lerde yazıp kitaplarına girmemiş olan şiirlerin yanı sıra, Ten New Songs ve Dear Heather albümlerindeki bazı şarkılara yazılmış sözler de var. Üstelik bunlara Cohen’in 100 küsur çizimi de eşlik ediyor. Çevirisi orijinalinin tıpkıbasımı. (Olumsuz eleştiri bu yazının konusu olmasın ama kitapta okumanın tadını kaçırabilecek kadar çok tashih var. İkinci baskıda gözden geçirileceğine eminim.) Şiirler ise yeni ve eski sorgulamalar, itiraflar ve tanıklıklar içeriyor. Elbette ki (kara) mizah, meditasyon, oyun, lirizm ve romantizm yüklü; ve bu yük bazen çok ağır, bazense çok hafif. Leonard Cohen, hiç kuşkusuz, şiir ile şarkı sözü arasındaki sınırları ortadan kaldıran; birini, diğerinin yerine hiç buharlaştırmadan koyuveren az sayıda ozandan biri. Sevda Kitabı’nın, şarkıya dönüşen ya da (henüz) dönüşmeyen şiirlerine bakılarak bu eşsiz simyaya eşzamanlı tanık olunabilir.
Belli ki ABD’li ünlü besteci Philip Glass da bu simyanın etkisinde kalmış olanlardan... Zira 2007’de kitapla aynı ismi taşıyan eserinin prömiyerini New York’ta yaptı. Kitaptan 22 şiiri bestelemişti Glass; üstelik bazılarını Cohen okuyordu. Bu çalışmanın ilgi gördüğünü ve defalarca seslendirildiğini söylemeye gerek var mı?
Cohen’in ayakkabıları
Bir soru daha: Leonard Cohen’in ayakkabılarına dikkat etmiş miydiniz hiç? Ben etmemiştim. Ama 2014 tarihli son albümü Popular Problems’ın kitapçığına bakınca, her zaman pırıl pırıl olduklarına emin oldum. “Parlatıyorum ayakkabılarımı/ Ama koşma niyetim yok/ Varacağım zaman varırım nasılsa/ Hep sevdim yavaş olmayı/ Annem de böyle derdi hep.” Ve şarkı sözlerinin yanında on tane ayakkabılı fotoğraf.
Popular Problems’ın resmi çıkış tarihi 22 Eylül’dü, yani Cohen’in 80. doğumgününün bir gün sonrası. Yukarıdaki alıntı, açılıştaki blues’dan. İkinci şarkı ise Almost Like The Blues: “Dondurdum kalbimi, çürümesin diye/ Babam seçilmiş olduğumu söylüyor/ Annem ise değilsin diyor.” Blues ruhu, Hammond orgu ve arka vokaller albümün temel payandaları. Manastırdan ayrıldıktan sonra ozanın müziğe dönüp dönmeyeceği belirsizdi ama 2001’deki Ten New Songs albümü onun adına yeni bir dönemi müjdeledi. Ardından, arayı çok da açmadan 2004’te Dear Heather geldi. Sonrasında 2011’e kadar beklenmiş, Old Ideas ile sesi bir kez daha duyulabilmiş ve bu arada İstanbul bulutlarının altında iki defa görülebilmişti de.
Cohen “Binler” şiirinde gerçek bir şair olmadığını söylüyor; “Ben sahtelerden biriyim,” diyor. Bilen bilir, daha önce de iyi bir sesinin olmadığını söylemişti bize. “Yanıyordu köyleri/ Kaçmaya çalışıyorlardı/ Yakalayamadım bakışlarını/ Ayakkabılarıma dikmiştim gözlerimi” derken bir şair olmayabilir belki, ama başka bir şiirinde karşımıza çıkan Layton gibi biz de ona soramaz mıyız: “Leonard, yanlış şeyi yaptığından emin misin?”
* Görsel: Murat Miroğlu
Yeni yorum gönder