2099 yılında İstanbul’da olduğunuzu hayal edin. Nasıl bir manzara görüyorsunuz? Uzay çağı nihayet başladı mı, gündelik hayatımız yapay zekâya mı emanet? Yoksa küresel iklim değişikliği nedeniyle kuraklıkla mı karşı karşıyayız? Belki de o çok beklenen İstanbul depremiyle yerle bir oldu şehrimiz? Muhayyel bir gelecekte geçen edebiyat eserleri için pek çok şey söylemek mümkün elbette. Ancak en sık şahit olduğumuz örneklerdeki gelecek tasavvurları distopik veya post-apokaliptik nitelikleriyle dikkat çekiyor. Meşhur distopyaları ve kıyamet sonrasını konu alan öykü, roman ve filmleri sayıp dökmenin bu sayfaların okurları için pek bir anlamı olmasa gerek, onlar zaten bu literatüre hâkimler. Yine de bu türün meraklılarını heyecanlandıracak bir öykü derlemesinin raflardaki yerini aldığını bilmek onları, yani sizleri mutlu edecektir sanırım.
Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu’nun derlediği İstanbul 2099’da on altı öykücü İstanbul’a dair gelecek öngörüleriyle 2099 yılında geçen birer öykü kaleme almışlar. Derlemeye katkıda bulunan isimleri anmadan geçmek olmaz. Aslı E. Perker, Tayfun Pirselimoğlu, Barış Müstecaplıoğlu, Deniz Tarsus, Engin Türkgeldi, Afşin Kum, Sabri Gürses, Mehmet Açar, Doğu Yücel, Cem Akaş, Gülayşe Koçak, Altay Öktem, Murat Uyurkulak,
Elif Türkölmez, Mehmet Berk Yaltırık ve Hakan Bıçakçı gibi her biri kendine has ses ve tavra sahip yazarların aynı temayı işleyişlerine şahit olmak, okura da heyecan verici bir deneyim sunuyor.
DİSTOPYA MI POST-APOKALİPTİK ÖYKÜ MÜ?
Derleyenlerin önsözüne baktığımızda, yazarlardan yalnızca 2099 yılında İstanbul’da geçen bir öykü yazmalarını istediklerini görüyoruz. Zaman ve mekân belirlenimi dışında tamamen serbest olan yazarların distopik ve post-apokaliptik öyküler yazmayı tercih etmeleri, gelecek hakkında karamsar bir tavır sergilemeleri edebiyat sosyolojisi açısından önemli bir veri olsa gerek. Nasıl ki bilim kurgu ve fantastik türündeki metinler estetik değerlerinin yanı sıra çağın fizik gerçeğinden uzaklaşarak muhayyel bir zaman ve mekânda insan olmanın anlamını ve değerini tartışabiliyor, insanlık durumunu edebiyatın sağladığı aletlerle sembolik olarak anlatabiliyorsa, distopyalar da birer sosyal eleştiri olarak iş görebiliyorlar. Sizlerin malumudur ancak yine de distopya ile post-apokaliptik öykünün nasıl ayrıştığından kısaca bahsedelim isterim. Distopyalar daha ziyade insan olmanın anlamı, yozlaşma, tahakküm, baskı, eşitsizlik gibi temaları merkeze alarak birey-toplum ve bireyiktidar çatışmasından beslenir. Bu bakımdan da otoriteryen ve totaliteryen yönetimleri ve toplumdaki aksaklıkları eleştirmenin kullanışlı bir aleti olur. Post-apokaliptik öykülerde ise doğaya karşı insan temasının baskın olduğunu, felaket senaryoları içinde hayatta kalma, mücadele etme gibi epik eğilimlerin olduğunu görürüz. Doğa-insan çatışmasında insanın büyük oranda kendi eliyle kazandığı felaketlerle başa çıkmaya çalışması ise insanı kendisi, çevresi ve içinde yaşadığı dünyaya karşı sorumlulukları hakkında çarpmak, bilinç oluşturmak için işlevsel bir araçtır. Haliyle teknik olarak bir öykü post-apokaliptik bir evrende geçip distopik öğeler içerebilir, tersi de mümkündür. Bu derlemedeki öykülerde ise bu iki tür örnekle de sıkça karşılaşıyoruz. Haliyle İstanbul 2099, katkı sunan yazarların yalnız gelecek tasavvurlarını değil, insana, topluma, devlete ve doğaya dair eleştirilerini de içeriyor. Peşinen söyleyelim, bazı öykülerdeki geleceğin İstanbul’u gerçekten oldukça ürkütücü.
BLACK MIRROR ESİNTİLERİ
Bilimkurgunun ve distopyanın edebiyattaki örneklerinin tarihini epey gerilere götürebiliyor olsak da, hayatlarımıza Black Mirror girdikten sonra kendini bir tarz olarak benimsettiği muhakkak.
Teknolojinin hayatı kolaylaştıran değil, bizzat onu belirleyen ve yeni dinamikler türeten bir tahakküm aygıtı olarak karşımıza çıktığı bu dizinin ilham ettiği teknoloji anlayışını bu derlemedeki öykülerde de görüyoruz. Afşin Kum’un bir baba-oğul çatışmasını merkeze aldığı “Ekmek Parası” öyküsünde her şeyin en iyisini bizim için bilip yapan bir sistemin totaliteryen yönetimiyle karşılaşıyoruz. Benzer şekilde Mehmet Açar’ın “Üçüncü Çocuk” adlı öyküsünde göçmen nüfusunun başlıca problem olduğu bir dünyada, daha çevreci akıllı binalarda yaşayan insanların göçmenlere dair fikirlerinin rüya kontrolüyle manipüle edilişine şahit oluyoruz. Şurasını söylemekte fayda var. Bahsettiğim bu iki öykü, her ne kadar ürkütücü bir gelecek hayal etse de, derlemedeki en iyimser öyküler.
Öykülerdeki belirgin damarlardan birisi teknolojinin bireysel ve toplumsal hayatı artık geri döndürülemez biçimde değiştirmesiyken, başka bir eğilim ise 2099’daki İstanbul’un kuraklık, deprem, radyoaktif patlamalar, uzaylı istilası, salgınlar ve ciddi iklim değişikliği gibi felaketlere maruz kalması olarak dikkat çekiyor. Örneğin Aslı Perker’in “Günübirlikçiler”inde tamamen susuz kalmış bir İstanbul’la karşılaşırız. Bu felaket senaryolarının bir diğer ayağı ise büyük bir savaşın yıkımı altında kalan bir İstanbul sunar bize. Sabri Gürses’in “Bergamavi”si ile Doğu Yücel’in “İstanbullu” adlı öyküleri, savaş ve işgal altındaki bir İstanbul’da geçer.
Bu derlemeyi keyifli yapan bir diğer hususiyet ise, tarzına ve üslubuna alışık olduğunuz yazarların İstanbul’da ve 2099’da geçen bir öykü yazarken kendi seslerini ve renklerini koruduklarını görmek olmalı. Türk folklorundan beslenen korku hikâyeleriyle tanınmaya başlayan Mehmet Berk Yaltırık’ın “Bozkıresk” adlı öyküsü post-apokaliptik bir atmosferde geçse de halk hikâyesi izleğini takip ediyor. Pirselimoğlu ise, son öykü kitabı Çölün Öbür Tarafı’nda görmeyi bekleyeceğimiz baş karakteri berber olan bir hikâye anlatıyor. İstanbul 2099 temalarıyla karamsar ancak heyecan verici öyküleri ve bir araya getirdiği isimleriyle çağdaş Türk edebiyatında önemli bir derleme olarak öne çıkıyor.
İSTANBUL 2099
Derleyenler: Kutlukhan Kutlu / Aslı Tohumcu
DOĞAN KİTAP 2019
Yeni yorum gönder