Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Çıplak ayaklı zarafet




Toplam oy: 970
Joan Baez... Biri evlatlık alınmış iki çocuk annesi; şarkı ve şiir yazıyor; ressam; çömlekçilik yapıyor; ama iyi bir okur değil. Biyografileri seviyor, klasikleri seviyor ve en çok, turnedeyken okuduğunu söylüyor.

Çok değil iki ay önce, 74 yaşındaki ozan Joan Baez, Berlin’de Amnesty International’ın “Vicdan Elçisi Ödülü”nü sanatçı Ai Weiwei ile paylaştı. Henüz 21 yaşındayken, yani 1962’de, Life dergisi onu “en iyi folk şarkıcısı” ilan etmişti ama daha da öncesinde, 1959’da Newport Folk Festivali’nde iki düet için sahneye çıktığında, “çıplak ayaklı madonna” olarak belleklere kazınmıştı zaten. Güzeldi. Mevsim yaz olduğundan eşarp yoktu boynunda ama olsun. 

 

Joan Baez’in insan haklarının her cephesinde bugüne kadar neler yaptığını anlatmak için kitaplar yazıldığını biliyorum. O, yakaladığı şöhreti iyiye kullanmış büyük bir sanatçı. Şöhretin, aktivizm için iyi bir platform olabileceğini kanıtlamış zarif ama güçlü bir ses. Her zaman nerede durduğu bilen ve hep ön sıralarda yürüyen bu ateşli sosyalist, bugün, içindeki ateşi kora dönüştürmüş durumda ve Kaliforniya’daki evinde huzurlu bir yaşam sürüyor. Zihni de sesi gibi berrak. Yüzüne bakıldığında dingin ve mutlu olduğu anlaşılabiliyor.

 

“Benim için en kolay ilişki on bin kişiyle, en zoru ise tek bir kişiyle kurulan ilişkidir,” demiş ozanın (sevgililerinden olan) Bob Dylan ve Steve Jobs’un ikisini birden çıplak gören ilk kadın olduğu vurgulandığındaki cevabı şöyle olmuş: “Ama aynı anda değil..”

 

60’ların başında beraber olduğu ve (ünlü ettiği) Dylan’la ilişkisinden bahsetmeyeceğim. Sadece, o kime yazıldığı her daim tartışılmış olan bestesi “Diamonds and Rust”tan bir parça alıyorum: “Bak sen şu işe/ işte hayaletin geliyor yine/ ama bu alışılmadık şey değil/ sadece dolunay/ ve arayacağın tuttu o kadar// Ve ben burada oturuyor/ elim telefonda/ birkaç ışık yılı öncesinden/ tanıdığım bir sesi duyuyor/ düpedüz bir hataya doğru ilerliyordum.” Bir de, “Dylan’la temas halinde misiniz hâlâ?” sorusuna verdiği gülümseyerek verdiği cevap var: “Kimse Bob Dylan’la temas halinde değildir.”

 

Ukulelenin marifeti

 

 

Meksikalı ve İskoç köklere sahip bir ailenin 1941 doğumlu kızı, Joan Chandos Baez. Küçükken, mahalledeki Amerikalı beyaz çocuklar ilgilenmezmiş onunla, Meksikalılar ise farklı buldukları için hoşlanmazlarmış. Ne zaman ki ukuleleyi kapıp şarkı söylemeye başlamış, o zaman “imajını” toparlamış. Beyazlar onu dinlemeye başlamış ve gördüğü ilgi –sırf bu yüzden– artmış. “Her şey Anne Frank’in Hatıra Defteri’yle başladı. Onu okuduğumda on yaşında filandım. 15 yaşımdayken Martin Luther King’in ünlü konuşmasını dinledim. Lisedeydim, bütün okulu götürmüşlerdi. King’i dinlerken ağladım durdum. Duyduğum, okuduğum şeyler hakkında konuşuyordu. Ama o, onları bizzat yaşamıştı. Gerçek hayattan bahsediyordu. King’i dinledikten sonra söz hakkı olmayan insanlar adına konuşmayı görev bildim. (…) Ben doğru zamanda doğru sestim. Sadece ulaktım, mesajı taşıyordum.”

 

İlk albümünü 1960’da çıkaran ozanın yedinci stüdyo albümü, 1968 tarihli Baptism: A Journey Through Our Time. Bu plak, Baez’in okuduğu ve söylediği şiirlerden oluşuyor ve gitarının yanı sıra kendisine bir orkestra da eşlik ediyor. Seçilmiş şairler William Blake, John Donne, Walt Whitman, Arthur Rimbaud, García Lorca, Jacques Prevert, James Joyce, E. E. Cummings, Yevtuşenko, ve Ferlinghetti. Yani, edebiyat ve müzik birlikte anıldığında akla ilk gelecek “olağan şüpheliler.” Ama iyi bir okur olmadığını söylüyor Baez. Biri evlatlık alınmış iki çocuk annesi; şarkı ve şiir yazıyor; ressam; çömlekçilik yapıyor; ama iyi bir okur değil. Biyografileri seviyor, klasikleri seviyor ve en çok, turnedeyken okuduğunu söylüyor.

 

Bugüne kadar otuzun üzerinde albüm çıkaran Baez’in Türkçe dahil sekiz farklı dilde şarkı kaydı var. Nitekim 2004’teki İstanbul konserinde Zülfü Livaneli’nin, Nâzım Hikmet’in “Kız Çocuğu” şiirine yaptığı besteyi Türkçe seslendirdi. Ne mutlu bana ki oradaydım ve tüm zarafetiyle Joan’ı görüp dinleyebildim. Bu defa boynuna –yanlış hatırlamıyorsam leylak moru– bir eşarp dolamıştı ve hâlâ –her şeyiyle– güzeldi.

 

Protest folk dendiğinde bugün akla ilk gelen kadın, belki de hâlâ o. Theodor Adorno’nun popüler müziğe getirdiği eleştiriler malum ve protest müzik de bu eleştirilerin dışında kalmıyor. Ancak Frankfurt Okulu’nun bir başka düşünürü olan Max Horkheimer, Adorno’yu kültür endüstrisi ile protesto arasındaki bağı sorgulamaya davet ederek savunurken, şunu eklemeyi de ihmal etmiyor: “Baez’in sesinin güzelliğini inkar edenin kulakları tenekedendir.”

 

 


 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.