Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Çünkü çocukluk yumuşak karnımız




Toplam oy: 1042
Ben de boyuyorum. Çünkü benim de şu büyüme işine sıkkın canım. Çünkü çocukluk benim de yumuşak karnım. Çünkü bir süreliğine düşünmemek bana kaybettiğim gücümü geri veriyor.

Modern hayatın üzerimize yuvarladığı ağır kayaların altında bitkin, ülkenin ve dünyanın politik ve ekolojik kıyametiyle cinnetin eşiğinde, umudumuzu sık sık yitirerek, nasıl bilmiyorum ama, bir şekilde yola devam ediyoruz. Her birimizin kendince tutunduğu dalları var; akıntıya kapılıp gitmemek ve aklıselimliğini korumak için yarattığı yalandan da olsa küçük cennetleri. Ruhunu sağalttığın, kendini ve hayatı bir kez daha sevmek konusunda cömert davrandığın kısa anlar. Geçici, köpük gibi, çoğu kez saçma, sonuç odaklı şehirli aklını avutacak cinsten hiç değil, çünkü bir yere varmıyor, ama bir şekilde işe yarıyor. Kaybetmeye yüz tuttuğun masumiyeti, unuttuğun insani şeyleri kalbine hemen olmasa da, aklına kesin geri getiriyor. Her şekilde şunu tartışmasız başarıyor: Seni hayatın mevcut gerçekliğinden, onun boğaz sıkan ellerinden bir anlığına da olsa uzaklaştırıp uzaya, gezegenin çok uzağına ışınlıyor. 

 

Son zamanlarda kitapçı raflarını işgal eden, her geçen gün bir yenisi çıkan ve koca koca insanları tekrar boya kalemleriyle buluşturan yetişkinler için boyama kitaplarının hayatımızdaki yoğun varlığını da en çok buna borçluyuz gibi geliyor bana. “Çocukluğuna dönmek” gibi dilimize pelesenk olmuş bir tabirle konuyu özetlemek haksızlık olurdu ama bizi tekrar okullu çocuklar gibi kırtasiyelere sokup renk renk boya kalemleri aldırtan, sonra boyama kitaplarının başına çöküp saatlerce çizgileri taşırmadan boyama yaptırtan şeyin çocuklukla –yakından uzaktan– alakası olduğuna inanıyorum. Büyükler dünyasından yorgunuz çünkü. Onun ciddiyetinden, adaplarından, sorumluluklarından, kibrinden, kurallarından. Biraz uzağa gidesimiz var; o kulağına bir çift kiraz takan kız olasımız... Halının çizgilerinde babaannesinin terliğini araba gibi yürüten oğlan olasımız var. Bir gün büyüyecek olmanın ne muhteşem bir şey olacağını hayal ederken, vardığımız yerin çoraklığından, hiç hayal ettiğimiz gibi olmadığından mustaribiz. Büyüme işine sıkkın canımız. Büyüdükçe dallanıp budaklanan çetrefillerine de hayatın, küskünüz. Hiç böyle hayal etmemiştik çünkü. İnsani faaliyetlerimizin büyüdükçe sıkıcılaşacağını, solup rengini yitireceğini hiç hesaba katmamıştık. Oyun ne büyük bir evrenmiş meğer; oyun bitince bir sürü güzel şeyin de hayatın akıp giden kirli sularıyla denize karışacağını hiç akıl edememiştik. Her şey küçükken ne basitmiş ve o basitlik ne güzelmiş. Yetişkinler için boyama kitapları tam da bu yüzden pek sevildi ve karşılık buldu; bize büyük sorumluluklar sırtlandığımız iş ve aile hayatının ciddiyetinden birazcık olsun uzaklaşma ve hep akıllı geçinmemiz icap eden büyükler aleminde kısa bir süre de olsa bir “aptal” gibi davranabilme vaadinde bulundukları için... Ekseriyetle ayıplanan “çocuk gibi” davranmayı meşru hale getirdikleri için. Filmi geri sardıkları için... Biraz da bu yüzden bizden derin düşünmemizi, analitik çıkarımlarda bulunmamızı, karmaşık sorunları çözmemizi, entelektüel çaba sarf etmemizi bekleyen her şeyle bir inatlaşma bu. 

 

Çocukluk "satıyor"

 

 

Beri yandan işin bu romantik tarafının bir de ayakları yere basan, gayet rasyonel bir tarafı var. O da pazarlama. Bir iki taneyle başlayıp birkaç ayda sayısı katlanarak artan kitapların, yayıncıların ticari “uyanıklığını” takip eden bir pazarlama başarısı olduğunu düşünmemek mümkün değil. Kitapçılar boy boy, çeşit çeşit, hatta tematik boyama kitaplarıyla donandıkça onları görmezden gelmek gerçekten de kolay değil. Çünkü –yapacak bir şey yok– çocukluk “satıyor.” Diğer bütün naif ve özlediğimiz şeyler gibi. Bizi kendisine çekiyor, kalbimizden vuruyor, aklımızı çeliyor. Ve pazar da –sadece yayıncılık dünyasından bahsetmiyorum– bunun gayet farkında. İster bir kutu içecek olsun, ister bir otomobil, tüm markalar ve üreticiler filmi geri sarmanın, yine o şapşal çocuk olmanın, oyun oynamanın, çocuk gibi her şeyi unutup anın tadını çıkarmanın ne büyülü bir vaat olduğunun farkında – sadece bir reklam kuşağı bile bu güçlü etkiyi anlamak için yeterli. Dolayısıyla yetişkinler için boyama kitaplarının önlenemez yükselişinde tüketicinin ihtiyacını, beklentisini ve hedeflerini ustalıkla okuyan bir girişimci zeka da var. Çocukluğun hepimizin içinde dolanan sevimli hayaletlerini, içimizdeki o naif ülkeye duyduğumuz müthiş özlemin farkında bir girişim bu. Çocukluğa dair tüm o tatlı duygular –ne kadar uzak ve ulaşılmaz olsa da– geri gelsin istiyoruz ve bu gerçek sadece kitap dünyasını değil, yetişkinler olarak dahil olduğumuz daha pek çok dünyayı gizliden gizliye etkiliyor ve yönetiyor. Çünkü çocukluk yetişkinliğin yumuşak karnı, onun tutkuyla ve önlenemez bir nostalji duygusuyla sarıp sarmaladığı gizli kalesi. 

 

Maneviyat kaç para?

 

Yine kitap dünyası açısından düşündüğümde ve çoksatarları çoksatar yapan şeyi kendimce sorguladığımda, yükselen bir kategorinin de bu boyama işiyle alakası olduğunu düşünüyorum: O da kişisel gelişim. Modernizmle birlikte başını eze eze yeryüzünden sildiği maneviyatı yerine geri koymak için kolları sıvayan insanlık, kendi elleriyle açtığı boşluğu çeşitli spritüel akımlarla dört koldan doldurmaya, ruhundaki delikleri yamamaya çalışıyor. Ancak kapitalist dünya düzeninde bu ruhani çaba elbette pazarda çok şık bir şekilde ambalajlanarak herhangi bir meta gibi, üzerinde bir fiyat etiketiyle, aynen satışa çıkıyor. Modern dünyanın bataklığında yolunu kaybetmiş insanlara yol göstermek üzere ardı ardına basılan ve satış rekorları kıran “kutsal” kitaplar –maneviyatın ironik şekilde kapitalizmle işbirliği yapması sonucu– bugün hem dünyada hem de Türkiye’de pastanın büyük bir kısmına sahip. Yetişkinler için boyama kitapları bir öğretiyi temsil etmeseler de, bir aydınlanma ya da ruhani farkındalık kazandırma gayeleri olmasa da “ruhu sağaltma” özelliğinden mütevellit aslında “insana iyi gelen kitaplar” trendinin bir uzantısı olarak pazarda kendisine yer buluyor. 

 

İşin ticari tarafı da böyle. Günümüz realitesinde basit bir boyama kitabının hikayesi bile o kadar da masum değil. Yine de evet, başta dediğim gibi, işe yarıyor. Yani boyamak. Boya kalemleriyle zaman geçirmek. Ben de boyuyorum. Çünkü benim de şu büyüme işine sıkkın canım. Çünkü çocukluk benim de yumuşak karnım. Çünkü bir süreliğine düşünmemek bana kaybettiğim gücümü geri veriyor. Seçimi, savaşı, Yeşil Yol projesini, Boğaz’ı yüzerek geçmeye çalışan yaban domuzlarını, hızlı trenin camında patlayan kuş sürüsünü düşünmemek. Çünkü dünya artık boyama kitaplarındaki dünyaya benzemiyor. Arada filmi geri sarmak iyi geliyor. 

 

 


 

* Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.