Çocuk Geliyor, en nihayetinde darbe karşıtı bir tanıklıklar toplamı; bu sebeple Türk okurunun kitapta yakın tarihimize dair birçok ortaklık bulabileceğini düşünüyorum.
Ülkemizde son yıllarda en çok gündeme gelen yazarlardan biri Uzak Doğulu yazar Han Kang olmalı. Layık görüldüğü Uluslararası Man Booker Ödülü dışında yurtdışındaki çeviri -hadi böyle adlandıralım- “skandalıyla” da gündemden düşmedi yazar ve İngilizceye çevrilen ilk kitabı Vejetaryen. Ödüllü çeviri, sonrasında çevirmenin metin üzerindeki nüfuzunun nerede bittiği tartışmalarına yol açmıştı; öyle ki kitabın orijinal dilinde hastane odasına giren bir karakterken, İngilizcesinde başka bir karakterdi. Neyse ki kitap Türkçeye Korece orijinalinden Göksel Türközü’nün çevirisiyle yayınlandı da Türk okur, bu türden sorunlarla uğraşmak zorunda kalmadı.
Yazarın Çocuk Geliyor kitabı da yine Göksel Türközü çevirisiyle yayınlandı. Çocuk Geliyor’u okumadan önce anlatılanların tarihi arka planına göz atmakta yarar var. Gwangju Ayaklanması (ya da Gwangju İsyanı), Güney Kore’nin Gwangju kentinde, 18 -27 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen, askeri darbeye karşı başlatılan protesto gösterileri. Her ne kadar gösteriler o tarihte somut bir sonuca ulaşmamış da olsa, protestoların bıraktığı miras, Güney Kore’nin demokratikleşmesinde önemli bir yere sahip. Kore’deki protestolarda yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve binlerce kişiyse yaralanmış.
Felaket sonrasının tasviri
Olayların yaşandığı günlerde on yaşında olan Han Kang, yaşananları on iki yaşında, bir duvara gizlenmiş fotoğraf kitapçığını bulup karıştırdıktan sonra idrak ediyor. Yüzü bir süngüyle parçalanmış kızın fotoğrafı on iki yaşındaki zihnine takılı kalan Kang, yıllar sonra şöyle anlatacak: “Fotoğrafları gördüğümde yirmi yaşında olsaydım belki nefretimi askeri rejime yöneltebilirdim. Fakat küçüktüm ve şöyle düşünüyordum; bunu insanlar yaptı, insanlar korkunç ve ben de bir insanım.” Sonrasında beşeriyetin getirdiği sorumluluk ve suçluluk duygusundan olmalı, 1980 yılındaki gösterilerde yaşananları araştırmaya girişiyor ve bunları kaleme alıyor. Kitapta da söylediği gibi, cevabını aradığı soru şu: “İnsanoğlu özünde acımasız bir varlık mıdır?”
Çocuk Geliyor’u okurken aklımız ister istemez Vejetaryen’e gidiyor. Kitabı okurken kendimizi Kang’ın iki kitabı arasında ortaklıklar-ihtilaflar araştırırken buluyoruz. Kang, Vejetaryen’de aile-birey üzerinden anlattığı baskı ilişkisinin üzerine eğiliyor tekrar ve daha büyük bir portre sunuyor bizlere; Çocuk Geliyor’da bu baskı, iktidar ve toplum ilişkisine odaklı. Kitapta yine fragmanlar halinde birey hikâyeleri anlatılsa da, bu hikâyeler gerçeklerden hareketle anlatıldığı için, Vejetaryen’deki üç hikâyeden çok daha “direkt” bir anlatıma sahip. Yazarın Vejetaryen’le oluşturduğu o mistik hava burada yerini realist bir atmosfere bırakmış. Yaşananların çok da uzak bir geçmişe ait olmadığı düşünüldüğünde bu beklenen bir durum. Han Kang, Çocuk Geliyor’da farklı tanıklıklara ses veriyor ve bu belki de yazarın Vejetaryen kitabından ziyade, Aleksiyeviç’in felaket sonrası anlatımlarını andırıyor.
Vejetaryen ve Çocuk Geliyor... İki kitap da en nihayetinde beden üzerindeki tahakküme odaklanıyor diyebiliriz: “Sorgu odasına girdiğimizde monami marka siyah tükenmez kalem her zaman masanın üzerinde hazır beklerdi. Her şeyden önce bedenimin bana ait olmadığını açıkça beynime kazımak ister gibi” sözleriyle aktarıyor işkence gören birinin tanıklığını Kang. Bedenin kırılganlığı ve maruz kalabilirliğini, üst üste yığılmış ölülerle, işkence görmüş, deforme edilmiş bedenlerle anlatıyor bu kez. Çocuk Geliyor, en nihayetinde darbe karşıtı bir tanıklıklar toplamı; bu sebeple Türk okurunun kitapta yakın tarihimize dair birçok ortaklık bulabileceğini düşünüyorum.
Yeni yorum gönder