Bu yazıya başlamadan önce Beatles’ın Help! albümünü dinledim. Elim o albüme gitti. Doğrudan grup hakkında değil ama grubun biyografisi üzerine, kısacık bile olsa bir yazı yazabilmek için, içimden geçirmiş olmalıyım bu yardım çağrısını...
“Beatlemania’yı abartmak imkansız,” diyor biyografinin yazarı Hunter Davies, “çünkü Beatlemania’nın kendisi zaten bir abartı. (…) 1963’ten üç yıl sonra hafiflemeye başladığında neredeyse bütün dünyayı sarmıştı. Her sınıftan ve renkten genç hiç durmadan çığlık atıyor, ‘ye-ye’liyordu ve kendi çıkarttıkları bu gürültü yüzünden aralarından çok azı aslında ne olduğunu duyabiliyorlardı. Duygusal, zihinsel ve cinsel olarak heyecanlanıyorlardı. Ağızları köpürüyor, gözyaşlarına boğuluyor, sıçan sürüleri gibi Beatles’ın olduğu yere savruluyor ya da bayılıveriyorlardı.”
“Abartılmış” mıdır Beatles? Gezegenin en büyük pop grubu mudur? Nedir?.. Bu soruların ve etrafındaki tartışmaların sonu gelmez. Birkaç gün önce, arasında Prince’in ölüm haberini aldığımız Penderecki konserinin çıkışında iki metalci arkadaşımla (yani toplamda üç metalciydik) bu gibi bir tartışmaya başlayacaktık ki başlamadık. Neyse ki başlamadık...
1967-1968 yıllarında Beatles'la 18 ay geçiren Hunter Davies, John, Paul, George ve Ringo'nun benzersiz bir portresini çizmiş.
Yoko mu bozdu grubu? John çok büyük müzisyen ama neyi yanlış yaptı? Paul olmasa Beatles olmazdı, ama yeterince cesur değil miydi? Esas olay George’da mı? En güzel besteler onunkiler değil mi? Ringo çaktırmaz ama iyi davulcudur; onsuz olabilir miydi? Bitmez bu gibi sorular. Biyografiyi okuduktan sonra cevaplarınız değişir mi bilmiyorum ama kesinlikle netleşecektir.
Beatles insanlığa bir ömür boyu –en azından gönül ilişkilerinde– yetecek kadar büyük, 150 şarkılık bir müzikal miras bıraktı. Enfes bestelerinin hayatımızı er ya da geç güzelleştireceği kesin; bunun farkına ne kadar önce varırsak o kadar iyi.
İngiliz yazar, gazeteci ve radyocu Hunter Davies, Beatles’ın hikayesini yazmayı 1965 yılında kafasına koymuş. Grup üyelerini ve menajerleri Brian Epstein’ı da bunun yapılması gerektiğine inandırdıktan sonra, 1967-1968 yıllarında Beatles’la 18 ay geçirmiş. Bu süre boyunca John, Paul, George ve Ringo’nun hayatlarını yakından izlemekle kalmamış, aileleriyle, arkadaşlarıyla, beraber çalıştıkları kişilerle konuşmuş; gördüklerini ve dinlediklerini birleştirerek benzersiz bir portre çizmiş. 1985’te ve 2009’da eklenen bölümlerle birlikte grup dağıldıktan sonra yaşananları ve grup üyelerinin solo kariyerlerini de kapsayan bu biyografinin, kendisinden sonra yazılan bütün biyografilere ilham verdiği konusunda herkes hemfikir.
“Konuşulması en zor olan John’du,” diyor Davies. “Onunla Weybridge’deki evinde sessizlik içinde, beraber havuzunda yüzerek, yemek yiyerek, küçük oturma odasında oturarak, çoğunlukla köşede, uzakta titreşen bozuk televizyonun sesinden başka çıt çıkmadan saatler geçirdim. Sonunda, eğer konuşmak imkansız görünüyorsa toplanıp çıkar, daha konuşkan olacağını umduğum bir başka gün tekrar gelirdim.”
Davies, biyografisinde en büyük ilgiyi, grubun en üretken olduğu klasik dönemine göstermiş, yani en çok sevdiği döneme... Sonraki hukuki tartışmalar ve ayrılmaya doğru giden süreçteki kavgalar çekmemiş onu. İlk olarak Paul ile tanışmış, iyi anlaşmışlar. “Eleanor Rigby”nin hikayesini öğrenmiş ondan. Sonra bir gün soruvermiş: “Beatles hakkında düzgün bir kitaba ne dersin?..” Paul, ona Brian Epstein ile konuşması gerektiğini söylemiş ama eklemiş: “Gel oturalım da ona mektup yazarken sana yardım edeyim.”
Hiç kuşku yok ki Hunter Davies’in kotardığı, çok büyük bir iş. “Bu kitap, grup üyelerinin ve o zamanlar çevrelerinde bulunanların anlattıklarıyla Beatles’ı en tepedeyken resmetmeyi, oraya nasıl çıktıklarını göstermeyi amaçlamıştı, amaçlıyor. Birlikte yarattıkları şey eşsizdi. Esrarengiz bir simyayla, farklı yetenekleri ve kişilikleri öyle birbirine karıştı, üst üste bindi, kendilerini aştı ki, sonuçta ortaya çıkan bütün, parçaların toplamından daha iyi, daha güçlü ve daha orijinal oldu. Bugün onları hâlâ o kısa zamanda Beatles olarak ürettikleriyle hatırlıyorum; bundan dolayı mutlu ve müteşekkirim. Beatles çoktan öldü gitti. Ömürleri uzun olsun.”
Eklemek isterim ki, The Beatles deyince tanıdık çevremden iki isim geliyor aklıma: Ömer Madra ve Doruk Yurdesin. Her ikisinin de bu kitabın birer parçası olmaları bana en sessizinden ve uzağından bir sevinç veriyor.
Müzik ile edebiyatı birleştiren bir roman
Biyografiyle eşzamanlı olarak bir Beatles romanı da çıktı piyasaya. Bâlâ Atabek’in İşte Güneş Geliyor’u. Müzik ve edebiyatın iç içe geçtiği bir ilk roman bu. “Aile, arkadaşlık ve aşk ekseninde gelişen olayları Beatles şarkıları eşliğinde anlatıyor.” Seksek okuma sevenler için Hunter Davies’inkiyle ilginç bir çift oluşturabilirler. Hatta yanına, yeni çevrilen Mick Jagger biyografisini de alabilirsiniz ki husumet çıksın.
Beatlemania’nın en yoğun zamanlarında, 1963’ün 24-29 Ekim’i arasında İsveç turnesi varmış Beatles’ın ve tabii ki orada da ortalık birbirine girmiş. İsveçli hayranları grubun saç modeline “Hamlet modeli” diyorlarmış. Başka benzetmeler de yapılabilir o saçlar için; ama yapmayalım biz. Ve, İsa’dan daha popüler oldukları su götürür ama Hamlet kadar popüler oldukları rahatlıkla söylenebilir bence.
* Görsel: Murat Miroğlu
Yeni yorum gönder